1. Anasayfa
  2. Edebiyat

Yitiksöz 25 (Ekim 2024 / Kasım 2024) Üzerine

Yitiksöz 25 (Ekim 2024 / Kasım 2024) Üzerine
0

Sanat, Edebiyat ve Düşünce Dergisi

 

İbrahim Demirci’nin “ey Kudüs! / Bu tende can, bu göğüste nefes durdukça / Aşkımız sensin, umudumuz sen!” üçlüğünü kapağa taşıyor yeni sayısında Yitiksöz. Yirmi beşinci sayısıyla ekim ayının serinliğinde, uluslararası Siyonist sermayenin güdümündeki terörist faaliyetlerin Ortadoğu’yu yakıp kavurduğu günlerde ve dilinde beddua okuma ötesinde elinden bir şey gelmeyen Müslümanların hâl-i pür-melalinde okuruyla buluştu.

Genel Yayın Yönetmeni Sayın Duran Boz, “Yaşamak Birdenbire” adlı yazısında bugünlerde hayatın akışını kavramanın önemini vurgular. Birinci yılını doldurmak üzere olan uluslararası Siyonist sermayenin Gazze katliamı yanına Lübnan’ı da ekleyerek devam ediyor. Katliamın sona ermesine yönelik adım atılamıyor. Bunların üstesinden gelmenin yolu bizlerin, hayatımıza yapay hayatlar ve ilişkiler eklemek yerine ezeli ilkeyi yerleştirmekten geçtiğine değinir. Yazıdan kısa bir bölüm sizlerle:

“Akışı kavrayabilmek için zamanı aşan bir bilinç gerekiyor. Çözülüşü durdurmak uğruna haz ve hız salgınlarına bentler örecek yeni bir yaklaşım… Bundan başkası beyhude bir çabadır.

İnsan, tutarlı bir tavırla tarihi doğru okuyarak yeni baştan bir hikâye yazabilir. Yapay hayatların yerine, ezelî ilkeyi önceleyen hayatların istikametine yönelebilir.

Bu anlamıyla varoluşsal sorumluluğu kavrama arayışında olanlar için yazı, yeni bir kazı alanıdır.

Dergiler, ülkemizde her türden düşüncenin pişirildiği birer ocaktır.

Nuri Pakdil’in ifadesiyle; “sanat dergileri, edebiyat dergileri, edebiyatın yalnızca ‘yeraltı haritaları’ değildir bence; bunu da aşan bir yoğunlukta, sanatın, edebiyatın yeryüzü ‘mahşeri’dir. Sanatın, edebiyatın piştiği bir kazandır dergiler. Yalnızca sanatın mı, edebiyatın mı?

Ülküler de dergilerde ‘doğar’; özenle güneşe çıkarılır burada.

Dergilerde yer bulmayan bir ülkü ‘soğukta donar’ ve boşluğa düşer çabucak.”

Dert sahibi dostlar bir bir aramızdan ayrılıyor:

  1. Mehmet Doğan, Ersin Nazif Gürdoğan ve Yakup

Ömeroğlu. Menzilleri mübarek olsun.”

Yitiksöz-25’e şiirleriyle katkı sunan Cahit Koytak, Sinan Davulcu, Adem Turan, Mustafa Gök, Suavi Kemal Yazgıç, Ümit Zeynep Kayabaş, Yunus Emre Altuntaş, Mehmet Aycı, Yasin Mortaş, Hüseyin Çolak, Ali Sali, Ekrem Elmas, Nurettin Durman, Metin Kaplan, Kadir Ünal ve İrfan Çevik’i en içten dileklerimle tebrik ediyorum. Sinan Davulcu, Göç şiirinde Gazze’nin hâl-i pür-melâli üzerinden Müslümanların çaresizliğine ve etkisizliğine değiniyor. Buyurun şiire:

Göç

 

-Dünyaya doğru uzayan Gazze’ye-

 

Bozuntuya vermediğimiz şu göğü de alıp sana göçesim tuttu

Levhaları aşılayan, ters heykellere ışıldayan delikanlıları

Caddelere abilik yapan sloganları, yeniyetme yağmurları.

 

Sana çoktan seçme sonuçları, evcil sütunları

Döne döne işaretlediğimiz parmak uçlarını

Sana yazıdaki direncin sırlarını açasım tuttu.

 

Haritalar kavilleşti bak, kavîleşti meydanların ucu

Eğri büğrü dallara yürüyen suları

Sana içimdeki surları heyhatları sunasım tuttu.

 

Bunları hemen konuşalım gör ki sözleri kazaya bıraktım

Musa’nın sandıklarıyla adına aynı hizadan baktım

Yüzünün bölmelerine çarpmalarına kaçasım tuttu.

 

 

Yitiksöz-25’te; Müzeyyen Çelik, Yavuz Ahmet, Gülçin Yağmur Akbulut, Hasan Keklikçi, Emel Karagedik,  Emrah Atiş, Qolan Amaov ve Eren Buğdaycı Yitiksöz okurlarını kurmacanın engin dünyasına davet ediyor.

Müzeyyen Çelik “Sünnetçi Fındık ve Sezai” adlı öyküsünde erkek çocukların korkulu rüyasını oluşturan sünnet-sünnetçi konusunu öykü konusu ediniyor:

Sünnetçi Fındık ve Sezai

“Yaz geldi mi mahalledeki sünnetsiz erkek çocuklarının yüreği sızlamaya başlardı. Tatlı tatil hayaline bir kâbus sisi çöker, ha bugün ha yarın derken sünnetçinin karanlık gölgesi oğlanları huzursuz eder dururdu. Kulaktan kulağa anlatılan acılı, kanamalı sünnet hikâyeleri de daha sünnet olmadan canlarını iyiden iyiye yakardı. Uykuları bölünür, kız olarak doğmadıkları için pişman olurlar ve endişeli gözlerle o günü çaresizce beklemeye devam ederlerdi.

O gün doğduğunda Fındık Dayı sokakta görülür, film başlardı. Oğlunu kucaklayan gelir, sünnetçi de sanatını icra ederdi. Bütün sünnetler ilk sünnetin yapıldığı evde olurdu. Aslında o evin sahibi sünnetçiyi çağırırdı da herkes gelmişken bizim işimiz de görülsün derdi. Gelenek böyleydi. Feryat figan ucundan azıcıklar, köşe bucak kaçışan çocuklar derken o gün ortalık karışır, mahalleye kargaşa hâkim olurdu. Sonraki günler etekli oğlan çocukları önlerini tuta tuta sokakta gezmeye başlar, on güne kadar da hayat normale dönerdi. Seneye sünnet olacaklar için heyecanlı hikâyeler dilden dile dolanır, efsaneleşirdi. Senelerdir yazın herhangi bir günü bu durum mutad olarak yaşanırdı.

Sezai de o sene sünnet kaygısıyla içi sızlayan çocuklar arasındaydı. Fazlaca duygusal, canı da kıymetli olduğu için sünnet ona korkunç geliyordu. Asla sünnet olmak istemiyor, korkudan öleceğini bile düşünüyordu. Bu korkularından babasına bahsedemese de annesini durmaksızın didikliyor, sünnet anılarını abarta abarta anlatırlar diye büyük çocukların yanına da gidemiyordu.

“Fındıkmış, bu işi yapan adamın adı Fındık mı olurmuş? Olsa olsa acı biber olur, Ustura Kemal, altın makas falan olur. Hem belki ben sünnet olmak istemiyorum. İllaki olacaksam bari hastaneye götürün beni. Anne, çok korkuyorum, canım çok acır, ne olur beni sünnet ettirmeyin.” diye diye annesinin başının etini yiyordu.

Annesi elinden geldiğince onun korkularını dindirmeye çalışıyor, sünnetin gerekliliğini anlatıyor ama çocuk bir türlü ikna olmuyordu. Annesi, bunları babasına asla söylememesi gerektiğini ona tekrar tekrar hatırlatıyor, beyinin “Ökkeş Usta’nın oğlu sünnetten mi korkar lan!” diye diye çocuğu pataklamasından korkuyordu. Sezai’nin umurunda mı? Kapı gibi iri yarı, kara yağız Ökkeş’in pamuk gibi beyaz, nazik, duygusal oğluydu işte Sezai. Bu nahifliğinin yanında dik başlılık konusunda babasını bile illallah ettirirdi. Adam onun inadına güç yetiremez, uğraşmayı bırakırdı.

Sezai o gün sünnetçinin geldiğini gördü.”

Yitiksöz 25’te deneme, inceleme, kitap tanıtım ve anı yazılarıyla Mustafa Köneçoğlu, Mesut Bilginer, Erol Çetin, Arif Bilgin, Hüseyin Yorulmaz, Enver Çapar, Hasan Keklikçi, Hüseyin Cömert, Nesime Ceyhan Akça ve Ahmet Ergin dikkat çekiyor. Mustafa Köneçoğlu “Mezarlardan Yükselen Bahar” adlı yazısında 11 Ağustos 2024’te aramızdan ayrılarak Hakk’a yürüyen D. Mehmet Doğan hakkında duygu ve düşüncelerini paylaşmış:

Mezarlardan Yükselen Bahar

“Hayatını “Türkiye rüyası”na adayan aydınlar kuşağının son temsilcilerinden birisi olan D. Mehmet Doğan da dünya hikâyesini tamamladı. Bizim kuşak onu aksiyoner kimliğinin yanı sıra Büyük Türkçe Sözlük, Batılılaşma İhaneti ve kurucusu olduğu Türkiye Yazarlar Birliğindeki öncü kişiliğiyle de anımsar. Yazılarına baktığımızda rüyasının sadece Türkiye’yle sınırlı olmadığını, gönül coğrafyamızın bütününe yönelik bir dikkati de içselleştirdiğini; hatta bu dikkati “dava”ya dönüştürdüğünü görürüz. Varoluşun kutsiyetine uygun bir yaşamı tercih eden fikir adamları için her şey dava etrafında döner çünkü.

  1. Mehmet Doğan bir dava/kavga adamıydı evet. Davası Mehmet Âkif ’in, Nureddin Topçu’nun, Necip Fazıl’ın davasıydı. Modern/leştirilmiş Türkiye, varoluş mücadelesini verdikten sonra, uğruna savaşılan değerlerin zıddına, Batılı bir kimliği tercih etme yoluna gitmişti. Öyleyse adı dava olan adanma yükümlülüğü, bu aks değişikliğini gündemde tutma ve mümkünse tarihi yeniden kendi yatağına davet etmekti. Bunun için öncelikle kafa karışıklığının giderilmesi, taşların yerli yerine oturtulması gerekiyordu. O hâlde davaya dilden başlanmalıydı. Diğer yandan modern mitolojik tarihe de “yamuk bakmak” gerekiyordu. D. Mehmet Doğan hayatı boyunca mitolojik unsurlarla şekillenmiş tarihe yamuk bakılması gerektiğini anlattı. Bu nedenle gayretini dil, kültür, tarih, toplum, şehir gibi alanlara yoğunlaştırdı. Çalışmalarını sadece masa başı etkinliklerle de sınırlamadı. Kurucusu olduğu Türkiye Yazarlar Birliğinde farklı meşreplerden sanat ve düşünce adamlarını bir araya getirerek tarihin ufkuna birlikte bakmayı denedi.”

Bu sayıda şair, yazar, akademisyen ve çevirmen Turan Koç adına zengin bir dosya hazırlanmış. Turan Koç, edebiyatımızın ve düşünce dünyamızın önemli isimlerinden biri. Yitiksöz bu dosyasıyla kadirşinaslık ediyor. Dosyaya Ahmet Edip Başaran, İbrahim Demirci, Cenan Kuvancı, İrfan Çevik ve Sümeyye Akpınar yazılarıyla katkı sunarken ayrıca Sümeyye Akpınar, Turan Koç’la Din, Felsefe ve Din Bilimleri Üzerine bir konuşma gerçekleştirmiş. Ahmet Edip Başaran’nın “Turan Koç Şiiri: Varlığın Aynasında İnsanbaşlıklı yazısında şairin şiir dünyasına doğru bir yolculuğa çıkıyor. Buyurun kısa bir tadımlığa:

Turan Koç Şiiri: Varlığın Aynasında İnsan

“Benim bu yazıda incelemeye çalışacağım Turan Koç şiiri işbu varlık, varoluş ve hayat telakkisi bağlamında temel insanî meselelere eğilen yönüyle incelenmeyi hak ediyor. Pek üzerinde durulmasa da Turan Koç şiirindeki dille bu şiirin varlık sancısı merkezinde dillendirmeye çalıştığı temel meseleler arasında doğrudan bir ilişki var. Dilin hem ifade kalıpları hem kelime kadrosu bağlamında kurduğu imgesel dünya, Turan Koç şiirinin nerede durduğuyla ilgili bize az çok fikir veriyor. Bunu açacağım.

Turan Koç, öteden beri “dil” meseleleri üzerine yoğunlaşmış ve bu alanda nadir ve yetkin eserler kaleme almış bir isim. Doğrudan veya dolaylı Koç’un ele aldığı birçok konunun dille olan bağlantısı, onun sadece sanatsal üretim biçimlerinde değil aynı zamanda bir düşünce sistematiğinde de dile verdiği önemi göstermektedir. Sadece İslâm Estetiği isimli çalışması bile dilin hem form hem de içerik bakımından nasıl özü tahkim ve terbiye eden başat bir unsur olduğunu, bize net bir şekilde gösterir.”

 

Yitiksöz 25, 2024 yılının ekim ve kasım aylarını içeriyor. Sonbahar ayları bu aylar… Ömrümüzün hazan yaprağı gibi bir bir döküldüğünü bize anımsatan aylar… İklim bakımından serin, içinde bulunduğumuz coğrafya bakımından bir o kadar günlerden geçiyoruz. Gazze ekseninde Filistin’de terörist İsrail ve hempalarınca gerçekleştirilen kıyımın birinci yılı doldu ama ne İslam dünyası ne de diğer ülkeler bu zulme ve katliama müdahale edebildi.

 

Yetmezmiş gibi bir de bunun üzerine Lübnan’ın başkenti Beyrut’a yönelik vahşi bir saldırıya başladı terörist İsrail. Orda da çocuk, kadın, yaşlı, hasta demeden Müslüman kardeşlerimizi katlediyor. Bu katliamlarla bir yerde kendi sonunu hazırlıyor. Kan banyosu yapmayı kendine âdet edinen bir terör örgütü, meydanı ne kadar boş bulsa da şunu unutmamalı: Gün gelir katlettikleri Müslümanların kanında boğulup gidecekler. Burada asıl mesele, bizim sorumluluklarımızı yerine getirmeyişimiz. Bizim için yüz karası bir tutum bu. Ya Müslümanlar birlik olup her türlü zulme ve katliama birlikte müdahale edecekler ya da zulme ve katliama müdahale etmemenin-edememenin utancını yaşayacaklar.

 

  1. sayısıyla Yitiksöz beşinci yılına başladı. Nice beşinci yıllarda buluşmak dileğiyle, Allah’a emanet olunuz.

 

Yitiksöz-25’in linki ektedir:

 

https://www.marastaedebiyat.com/templates/yayinlar/yitiksoz-sayi-25.pdf

 

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir