Bizimle İletişime Geçin

Edebiyat

Yürek Hasreti

Öyle üşüyor ki şimdi yüreğinin nefesinin bile ısıtamayacağı kadar uzak diyarlarda. Oysa kendisini sığdıramadığı bu koca dünyada yüreğinin ne çok yeri var. Çıkıp gelse neler anlatırdı kim bilir!

EKLENDİ

:

Her şey, o uzun yolculuktan sonra yüreğini hiç olmadık bir yerde bıraktığında, hiç dinmeyecek acıları yüklenip uzaklaştığında başladı. Oysa ne zordu onu uğurlamak, her şeyin üzerine toprak serpip karanlığa emanet etmek… O günden sonra nerede yaşadığını, nefes aldığını, neye kızdığını, kime küstüğünü, neyi sevdiğini, nelerden kaçtığını, ne zaman güldüğünü, ağladığını, kaç defa acıktığını, en son ne zaman kana kana su içtiğini, hangi kitabın cümlelerinin altını çizdiğini, anlayıp anlamadığını, anlattıklarını duyan olup olmadığını bilemedi. Bu yanmaksa yanmanın tarifini yapamadı, acı çekmekse acıyan yerini gösteremedi. Yıllar akıp geçerken ondan kalan boşlukla küskün, bezgin, solgundu. İçimde birikmiş kocaman bir hüzün vardı, her yeri kaplayan, sessiz sessiz ağlayan…  Sol yanından uğurlarken yüreğini, dönmeyeceğini, bir daha çarpmayacağını; kimi zaman karabasan gibi çöken, kimi zaman da hoyratça dolanan hüznün, onun yerini öylece dolduracağını; her fırsatta onu çağıracağını, onunsa ardına bile dönüp bakmadan giderken geri gelmeyeceğine ant içtiğini biliyordu. İçinde saklamak istedikçe yüreğinin gözün hep yollardaydı, o sarıp sarmaladıkça onun ayağı yollardaydı. Ne kadar çok üzerine titrediyse o kadar yaraladı onu.

Yüreğini kendi elleriyle yolcu ettikten sonra içine çöken pişmanlıkla haritada yerlerini bile bilmediği memleketlerde onu aradı. Yürek; kafesinden kurtulmuş, hürriyetine kavuşmuş bir kuş gibi uçup giderken o, kendi zindanını inşa etti. Artık göğüs kafesi sonsuza dek sürecek mahkumiyetin demir parmaklıklarıydı. Oradan her gece yıldızlara baktı, belki içlerinden biri buğulu gözlerini yüreğine yansıtır diye… Rüzgâra üfledi selamını, belki yerini bulur, kulağına fısıldar diye… Ağlamayı unutmasın diye gözlerine, onu yolcu ettiği anı seyrettirdi her seferinde… Hafızasına kazırken yüzünü, acıyan başını bağıra bağıra duvarlara vurdu. Bağırdıkça içi daha çok doldu, doldukça kendisi olmaktan çıktı. Her gece sabaha döndü, her sabahın akşamı çöktü; bir tek yüreği dönmedi.

Her yürek gibi o da sol yanında sonsuza kadar kalamayacağını anlamıştı. Ona bağışlanan bu mekânın bedelini, onu bırakmayan o iç sıkıntısını; her an, her saniye yaşadığı kadar, alışkanlık hâline gelen, kopamadığı, belki de esiri olduğu, esiri olmasa bile tutsaklığı kabullenmeye hazır bakışlarıyla gösterdi. O bakışlar yüreğini ele verdi, yüreğini yola düşürdü, onu da yüreğini yolcu etmeye mecbur etti.

Öyle üşüyor ki şimdi yüreğinin nefesinin bile ısıtamayacağı kadar uzak diyarlarda. Oysa kendisini sığdıramadığı bu koca dünyada yüreğinin ne çok yeri var. Çıkıp gelse neler anlatırdı kim bilir!

Madem onda sevemedi, artık attığı yerlerin de bir önemi yok. Dünya zaten yalanmış; sevgisi, nimeti, acısı, gecesi, gündüzü… Şimdi yüzüne hasret ölüme yaklaşırken yüreğinden başka kim anlar hâlini? O yürek son nefeste göremediklerinin acısı gibi oturdu içine. Madem artık yok, bundan sonrası hezimet, yalnızlık, yokluk…

Çok Okunanlar