Geçtiğimiz günlerde TYB (Türkiye Yazarlar Birliği) bir çağrıda bulundu: 2021 İstiklâl Marşı Yılı olmalı! TYB Genel Başkanı Prof. Dr. Musa Kazım ARICAN İstiklâl Marşı’nın, yazıldığı şartların, Âkif’in duygu dünyasının anlaşılması gerektiği noktasındaki açıklaması şu sözlerle bitiyor:
“Kamu kurumlarında, özel sektörde, yerel yönetimlerde, sivil toplum kuruluşlarında, ilkokuldan üniversiteye kadar tüm eğitim kurumlarında, iş dünyasında, doğudan batıya, güneyden kuzeye tüm illerimiz, ilçe ve köylerimize kadar tüm yurtta, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde, yurt dışı temsilciliklerimizde 2021 yılının “İstiklâl Marşı Yılı” olarak kutlanması büyük önem arz ediyor.”
Bu çağrıyı önemsemeliyiz. İlk bakışta bazıları açısından, ne gerek var, şeklinde yorumlanabilir. Oysa biz yaklaşık yüz senedir İstiklâl Marşı’nın ruhuna muhtacız. Her dem o direniş ruhunu taze tutmalıyız ki yeniden aynı hâllere düşmeyelim.
Âkif’i de İstiklâl Marşı’nı da tam olarak anladığımızı düşünmüyorum. Âkif kimdi, nasıl bir adamdı ki bu marşı yazmak ona nasip oldu? Hem de marş için yarışma açılmış, bu yarışmaya memleketin her yerinden 700 küsur şiir katılmış olmasına rağmen. Bunların hiçbirisi millî marş olmaya layık görülmemiş ve böyle bir marşın, yarışma gibi basit bir mecrada kaleme alınamayacağını savunan Âkif’e dostlarının ısrarı üzerine yazdırılmıştır.
Âkif, millî mücadele döneminde şehir şehir, köy köy hatta Sezai Karakoç’un tabiriyle çeşme çeşme gezip insanları savaşa teşvik ve ikna ettiği yıllarda biriktirdiklerini Ankara’da Tâceddîn Dergâhında kâğıda dökmüş ve destansı mücadeleyi bir anlamda destanlaştırmıştır.
Konuşalım bunları, gençlerimize anlatalım. Âkif hangi idealler uğruna düşmüştü yollara, hangi gayelerle kalemini silah bellemişti, hangi dünyayı kurmak için konuştuğu cami kürsülerini, cepheye asker gönderme makamı edinmişti? İstiklâl Marşı bize ne söylemektedir? Fark etmişsinizdir, marşta bir mısra iki kez geçer, “Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl!” neden? Yoksa bu mısrada zikredilen vasfımızı kaybedersek istiklâl arzumuzu ve hürriyetimizi de kaybederiz demek mi istedi acaba şair? Sahi, istiklâl nedir?
Bu günlere kolay gelmediğimiz unutuluyor. Onca yokluk, imkânsızlık içinde insanlar savaştı, kan döktü, can verdiler. Aziz İslam ümmetinin son kalesi düştüğü girdabın içinden kurtulabilsin diye nice fedakârlıklar yapıldı. Âkif, bu isimlerden sadece birisi. Ona bir vefâ borcu olarak dahi her ortamda ve zamanda anılsa yeri. O ki hiçbir mal, makam, menfaat peşinde olmadan Sırât-ı Müstakîm üzere Sebîlü’r-Reşâd ile de Millî Mücâdele’nin en gür seslerinden olmuştur. Oturduğu yerden yazmadı Âkif. Dergiyi kâh Ankara’da, kâh Kastamonu’da neşretti. Yahut dostu, yol arkadaşı Ali Şükrü Bey’in Kayseri Ulu Camii’nde yaptığı konuşmayı yaymak üzere Kayseri’de çıkardı. Bunları konuşalım, Ali Şükrü Bey’i de konuşalım mesela. İstanbul’dan Millî Mücadele’ye katılmak için Anadolu’ya geçeceklerin üssü olan Özbekler Tekkesi’ni de konuşalım. Bu mücadelenin ruh cephesini konuşalım ki İstiklâl Marşı bunun tercümânıdır.
İstiklâl Marşı’nı anlamak önce kelimelerinden başlıyor aslında. Maalesef dilimizin geçirdiği süreç bizi bu noktada zorluyor. İstiklâl, şühedâ, âfâk, serhad, Hudâ, cüdâ, vecd, cerîha, mücerred, izmihlâl gibi marşta geçen bazı kelimelerin anlamlarını soralım mesela. İstiklâl Marşı’nın aruz vezniyle yazıldığını biliyor mu gençlerimiz? Evet, taşıdığı anlam, yüklendiği gaye yanında vezni küçük bir nokta ama medeniyetimizin izlerini sürmek açısından da bir ipucu olsa gerek.
Böyle bir yılı Safahat’ı okumak, anlamak, gündem yapmak amacıyla da değerlendirebiliriz. Sadece bir yıla hapsedilmesi anlamında değil belki bir adım olması anlamında. Peşinden, bakarsınız üniversitelerimizde Mehmed Âkif Araştırma Merkezleri kurulur, Safahat dersleri konulur ve daha nicesi, neden olmasın?
Başlığı düşünürken önce ‘coşkuyla’ kelimesini kullanmayı düşündüm, sonra vazgeçtim. Gurur kelimesi sanki daha uygun. Âkif’le, yazdığı marşla, bıraktığı örneklikle, inandığı değerlerle gurur duyuyoruz elbette. Bu gurura layık olabilmek duasıyla…