Arapların en sıcak ayı Ramazan; bizim temmuz-ağustos ayımız gibi. Kelimenin kökü, RMD (رمض), aşırı sıcak, kavrulmuş ve çöle dönmüş toprak demek. Sondaki elif ve nun (= ân/ان), zamana (= aya) işaret eder.
Ramazan’da ne olmuş?
Kur’ân inmeye başlamış ve oruç farz kılınmış.
Kur’ân ile orucun ne ilgisi var?
Kur’ân bu ayda (= 610 Ramazan’ında), yeni bir dünya inşa etmek için inmeye başlamış; oruç da bu ayda (ama Hicret’in ikinci yılındaki Ramazan’da = 624’te) Müslümanlara farz kılınmış. Kur’ân’ın inmeye başladığı zamanla, orucun farz kılındığı zaman arasında 13 yıl var. Hicret, 622’de. Hicret, şehirde Kâbe bile olsa, o şehir zâlimleşmişse, o şehri terk etmek ve âdil, medenî bir şehir (Medîne) inşa etmek için göç etmek demektir. Kur’ân, böyle bir şehir (= toplum, dünya) inşa etmek için inmiştir ve bu inşâyı 23 yıl gibi kısa bir zaman diliminde büyük oranda tamamlamıştır. Köleliğin ve cariyeliğin tamamen ortadan kaldırılması hariç.
Sanki o zamanki (= eski) dünya da bugünkü dünya gibiymiş! Bir tarafta oburlar, öbür tarafta mendeburlar… (Not: Mendeburu, argodaki anlamıyla değil, min dubûr anlamında, arkada/geride bırakılmış, itilmiş-kakılmış, zayıf bırakılmış = müstaz’af anlamında kullandım.) Bir tarafta zâlimler, öbür tarafta mazlumlar… Oburlar ve zâlimler, mendebur ve mazlumları eziyor; zayıflar, adam yerine konulmuyor; insanlar mal ve köle gibi alınıp-satılıyor; dayısı (= kabilesi, arkası) güçlü olan, “dayılık” yapıyordu…
İnsanlar, bir kurtarıcı (= mehdî) arıyordu.
Aşırı sıcakların, çölü ve insanları kavurduğu böyle bir ayda (= Ramazan’da) “yüreği yanık, mahzun, dertli ama çaresiz” biri = Abdullah oğlu Muhammed, “Ben varım, buradayım” diyemiyor, elinden bir şey gelmiyor; kendini dağlara (= Hira’ya) vuruyordu. Tek başına, günlerce Hira’da kalıyor, tefekkür ediyor, Mekke’yi, Kâbe’yi seyrediyor, bir çare arıyor; eşi Hatice de ona azık götürüyordu.
…
610’da ilk vahiy geliyor. Efkir! (= düşün, tefekkür et!) değil, ikra! (= oku!) diyordu. Kuru kuru düşünme olmaz; düşünmek için malzeme (bilgi) lâzım; o malzemeler de “içinde ve dışında!” = Senin ve kâinatın yaratılışında = halaq’da, ama bu halaq’ı (= yaratılışı) Rabbinin Adıyla okuman lâzım. = “İkra! Bi İsmi RabbiKe-llezî halaq…” (96/1…)
…
12 yılda (610’dan 622’ye) yaklaşık 200-250 kişi Çağrı’ya kulak veriyordu. Çok büyük sıkıntılar çekiliyordu… (işkenceler, ablukalar, vs.). O zamanki Mekke’nin toplam nüfusu yaklaşık 10.000. Müslümanların genel nüfusa oranı, yaklaşık %2-2,5. Onların yaklaşık yarısı da (100-110 kişi de) Habeşistan’a hicret etmiş. Medine’ye hicret edenler ise, yaklaşık 150-200 kişi.
Bu hâl, bize ne/yi öğretiyor, ne diyor?
Aç kalmadan, tıka-basa doyarak, doğup-büyüdüğünüz şehirleri (yurtları, evleri-barkları) terk etmeden yeni bir dünya inşa edemezsiniz diyor.
Oruca (= Ramazan’a ve Kur’ân’a) bir de buradan bakalım. Onu sadece 8-10 saatlik bir açlık ve arkasından kendimize verdiğimiz mükellef bir ziyafet olarak görmeyelim.
Ramazan’da biz de “yanalım”! (= oruçlu iken bol bol Kur’ân okuyalım); yanalım ki bu “kutsal ateşimiz ile” başkalarını da “yakalım”!
Bilelim ki “bu kutsal ateşle” yanmayanlar, yeni bir dünya kuramayacak ve Allah-u A’lem, cehennem ateşinde yanacak!