Kendisiyle tanışıklığım yoktur esasında. Bir kereliğine belki bir saat civarı, bir bağ evinde bir grup dostla birlikte sohbet etmiştik. Mesele edindiği şeylere ilişkin mütevazı haliyle cümleler kuruyor, etrafındakilerin izahlarını da sakince ve onlara büyük önem verdiğini gösterir bir tavırla dinliyordu. Konuşmasının dikte edici bir tavrı yoktu. Onunki yeterince bildiğini düşünen birisinin bildiklerini vaaz etme halinden ziyade, bir davetti. Hep beraber bilmeye, tefekkür etmeye, ziyadeleşmeye bir davetti. O nedenle etrafındakilere sürekli soruları soruyor, onları konuşturmaya çalışıyordu.
Kendisine aşinalığım yoktu. Yalnızca ismini biliyor ama değerini bilmiyordum. Değerden kastım elbette ki hem şahsının ihtiva ettiği değer hem de esasında yaptığı ve söylediği şeylerin değeriydi. Duruşunun ehemmiyetinden, dert ettiği şeylerin, sözünün ve bunların muhteviyatının ehemmiyetinden ileri geliyordu bahsettiğim değer.
Sonrasında o bir saatin tetiklediği merak ile yazılarına bakmaya, kendisi ile ilgili daha başka şeyler de okumaya çalışmıştım. Ama ne ki, bu çabamın kayda değer bir çaba olmadığını, muhatap olduğum kişinin kameti ve kıratı ile mütenasip bir keyfiyet arz etmediğini bir kusurun itirafı olarak dile getirmeliyim. Bu nedenle böyle bir yazıyı kaleme alabilecek, hele de onun mirası şeklinde bir başlıkla mevzuya girebilecek en son kişi olduğum açıktır. Bununla birlikte bir eserinin öğrencilerle birlikte yaptığımız okumaları sırasında ve sonrasında bende bıraktığı etki ve izden ve dahi öğrencilerde yaptığı tebeddül ve hâsıl ettiği duygulardan hareketle onun mirasına ilişkin bir kelam edebileceğimi düşünmekteyim.
Haddi zatında bir mütefekkirin bir ya da birden fazla eseri hakkında ve bu minvalde onun düşünce dünyası hakkında serdi kelam edebilmek için illa ki onu şahsen tanımak gerekmez. Belki bir saatlik bir tanışıklık bir an-ı seyyale hükmünce pek çok saatlik tanışıklıklara kâfi gelebilir.
Ben esas olarak Akif Emre’yi hayatının yaklaşık on, on beş yıllık serencamını kapsayan yol ve tefekkür yazılarından müteşekkil Çizgisiz Defter kitabı ile tanıdım. Tabii bu diğer kıymetli eserlerini yok saydığım anlamına gelmez. Fakat Çizgisiz Defter hakikaten gerek ben de gerekse birlikte okumasını ve değerlendirmesini yaptığımız kişilerde müstesna bir tesir ve iz bıraktı. Bu nedenle ona hususi bir yer ayırmaktayım kendi iç dünyamda.
Ezilmişlere, Müslüman coğrafyaya, Osmanlı’nın izlerine, mimariye, sanata, insana, şehre ve birbirleri ile kardeş ama ırak düşmüş şehirlere, tarihe sürülmüşlere, yersiz yurtsuzlara, dili unutulmuşlara, sesi kısılmışlara dair konuşuyordu Akif Emre. Şehirlere götürüyor, o şehrin eski yeni insanlarıyla tanıştırıyor, bin yıllık aşinalıktan haber veriyordu. Sanki bizi, bahis açtığı şehirlerin sokaklarında dolaştırıyor, görmeden görür kılıyordu. Dokunarak, hissederek orada olmaklık veriyordu. Ehline muazzam bir tecrübenin kapısını aralıyordu. Gitmediği ve belki de hiçbir zaman gidemeyeceği yerlere ve şeylere ilişkin sanki orada bulunuyormuşçasına yarı-gerçek bir deneyim yaşatıyordu. Bir nevi sanal bir gerçeklik gözlüğü takıyordu okuyucusuna.
Fakat onunkinde önemli bir fark vardı. Sanal gözlüklerin önemli bir eksiği görsel ya da işitsel bir deneyimi sunmalarına karşın gerçek bir duygunun buna eşlik etmesini sağlayamamalarıdır. Her nasılsa Akif Emre Çizgisiz Defter’de okuyucusuna taktığı bu sanal gerçeklik gözlüğüne bu duygu boyutunu eklemeyi başarabilmişti. Yani okuyana hem orada olma tecrübesini hayal ettirerek yaşatmakta hem de derin bir tarihsel anlatı eşliğinde orada olmanın ve aynı anda orada olamamanın duygusunu güçlü bir şekilde aktarabilmekteydi.
Hâsılı o, yola düşmüştü. Gerçekten de yola düşmüş bir cemre gibi o, yolun yoldaşı olmuş; bir çiçek, bir ağaç, meyveler saçmış bir bahçe gibi sözcüklerle bezemişti yolu ve kendi yolculuğunu. Hırkasının altında tevazu, sadelik, irfan ve ziyadesiyle de müşahede olduğu satırları arasında gezinen ehli dikkate ayandır. O hem bize yolu gösterenlerden hem de bize yol gösterenlerdendir. Kuyuya seslenen adamdır ya da kuyuya seslenmede elan. Ölümünden önce de ölümünden sonra da. Rabbim merhameti ile muamele eylesin. Razıyız razı olsun.