1. Anasayfa
  2. Kitap

Aşkın Sazendeleri, Mem ü Zin

Aşkın Sazendeleri, Mem ü Zin
0

Mem ü Zin…  Memê Alan Destanı’ndan esinlenerek kaleme alınmış bir mesnevi… Tanıdık bir macera. Yakıcı bir öykü. Botan havzasında başlayan ve kabirde biten bir sevda. Tıpkı Leyla vü Mecnun’da, Ferhat ile Şirin’de, Kerem ile Aslı’da olduğu gibi. Yani yine aşkın tek çaresinin yanmak olduğunu gösteren bir şaheserdir.

Aşkın bu defa da Botan’da (Cizre) ebedîleşmiş hâlidir Mem ü Zin.

  1. yüzyılda Ahmed-i Hani’nin halk arasında anlatılagelen bir destandan yola çıkarak Kürtçe yazdığı Mem ü Zin Mesnevisi’ni klasik edebiyat anlayışıyla Türkçeye Nazmi mahlaslı Âşık-ı Sıpki, “Reyahin-i Aşk” adıyla 1856’da tercüme etmiştir.

Mem ü Zin Mesnevisi’ni 2017’de Nazmi çevirisinden inceleme ve tenkitli metin olarak hazırlamıştı Mardin Artuklu Üniversitesinde öğretim üyesi olan Prof. Dr. Mustafa Öztürk. Hocamız hâlen üniversitede Kürt edebiyatı ile ilgili çalışmalarına devam etmekte. 2024’te 2657 beyitlik dünyanın pek çok diline çevrilmiş Mem ü Zin Mesnevisi’ni, manzum çeviri şeklinde yeniden edebiyatımıza kazandırdı.

Mem ü Zin, Doğu klasikleri içinden Çınaraltı Yayınları tarafından basılmıştır. Eserde dipnot çok gerekmedikçe kullanılmamış ve eser 60 bölümden oluşmuştur. Her bölüm, sıra sayısına göre numaralandırılmış.

“Manzum bir metinde aranan ahenk ve estetik gibi edebî öğelerin bütün örneklerini içeren Mem ü Zin’in yapılacak bir çevirisinin şiir tarzında olması kaçınılmazdı. Bu düşünceden hareketle hazırladığımız manzum çevirinin, şiire aşina olan başka dimağlarca da görülmesi, değerlendirilmesi, yani eleştiri süzgecinden geçmesi önemliydi. Bu bakımdan, çeviriyi şairlik hassasiyetiyle değerlendirip çok ciddi dokunuşlarda bulunan Yasemin Kuloğlu Hanımefendi’ye minnettarım.” Mesneviler benim ilham kaynağımdır. Dolayısıyla Prof. Dr. Mustafa Öztürk’ün bu ifadeleri beni ziyadesiyle sevindirdi. Özellikle Mem ü Zin Mesnevisi bana şiir olarak geri dönmüştür her zaman. Şiirsellik çeviri bir metinde nasıl korunabilirse o kadar korunmuş bu hâliyle. Şahidim. Manzum eser, 11’li hece ölçüsüyle çevrilmiştir ki bu hece sayısı Öztürk’ün ifadesiyle bugüne kadar yapılan modern dönem çevirileri içinde Xani’nin uyguladığı hece sayısına en yakın olanıdır.

Eser, Türk ve Kürt edebiyatının ortak bir eseri olması yönüyle ayrıca kıymetlidir.  Kürt dili ve sınırları dışında en çok tanınan, benimsenen bir eserdir Mem ü Zin. Edebiyat dünyasında seçkin bir yeri vardır. Büyük bir onura sahiptir. Kürt halkının kültür, edebiyat ve düşünce dünyasını dünyanın diğer halklarına tanıtan bir eserdir de. Hem eser sadece aşk hikâyesi değil hikmet ve nasihat kitabıdır aynı zamanda.

Ahmed-i Hani, Kürtler tarafından ulusal bir şair ve düşünür olarak tanınmıştır ve halk arasında büyük bir itibar görmüştür. Hânî aşiretinden olması ve Han köyünde doğmasından ötürü Ahmed Hânî (Ahmed-i Hânî) olarak tanınmaktadır. Yaşadığı yörede zaman zaman şeyh olarak kabul edilmiş, halk arasında Hani Baba adıyla da anılmıştır.

Molla Ahmed olarak da bilinen Hani, Doğu Bayazıt medreselerinde müderrislik ve İshak Paşa Sarayı’nda kâtiplik yapmıştır. Dört dil (Arapça, Farsça, Kürtçe ve Türkçe) bilen Hani, eserlerini, dönemin tercih edilen edebiyat dili olan Farsça yerine Kürtçe yazmıştır.

Bugün türbe olarak ziyaret edilen Hani’nin mezarı, Ağrı’da İshak Paşa Sarayı civarındadır.

Ahmed-i Hani’nin en bilinen ve meşhur eseri,  17. yüzyılda Kürtçe’nin Kurmanci lehçesiyle yazdığı “Mem û Zîn”dir. Hâni, Mem û Zîn adlı eserinde Emir Zeynettin’in güzellikleriyle dillere destan olan Zin ve Siti adlı iki kız kardeşinin Mem ve Tajdin ismindeki iki gençle olan aşklarını şiir şeklinde anlatır. Eseri tamamladığı 1694’te Ahmed-i Hani 44 yaşındadır ve manzum çeviriyi tamamladığı 2024’te Prof. Dr. Mustafa Öztürk de 44 yaşındadır. Xani ile aynı yaşta eser tamamlama bahtiyarlığı yaşamıştır.

 

“Gördü bu sene de kırk dört yaşını/ Günahkârların bu önde koşanı”

 

Mem û Zîn Mesnevisi’nde de Leyla vü Mecnun’da olduğu gibi beşeri aşktan ilahi bir aşka yükseliş vardır. Bu aşk etrafında Hanî, çağının sosyal, kültürel, dini ve idari durumunu güçlü bir şekilde tasvir etmiş, Botan bölgesinin törelerini, bayramlarını, şölenlerini, düğünlerini,  av partilerini,  eğlencelerini yani yaşam tarzını vermiştir. Dağlar, nehirler, tabiat güzellikleri gözümüzde canlandıracak şekilde yer almıştır eserinde.

Hani’nin amacı sadece bir aşk hikâyesi anlatmak değildir anlaşıldığı üzere. Eserini de padişahlara değil Kürt halkına armağan etmiştir. “Eserini oluştururken toplumsal katmanlardan herhangi bir sınıfın çıkarlarına uygun olarak düzenlememiş ve mutlak ammenin menfaatini esas almıştır.”

Şairin “ Ah mine’l aşk ve halatihi/ Ahraka kalbi ve hararatihi” dediği türden bir macera olan Mem ü Zin de dilden dile dolaşmış bir maceradır.

Türk edebiyatının ilk mesnevilerinden itibaren Kutadgu Bilig’de Hüsn ü Aşk’ta, Harname’de olduğu gibi bir sembolizasyon da vardır Mem ü Zin’ de. Aynı adla sinemaya da uyarlanan mesnevideki olay şöyledir:

Cizre Beyi, Mir Zeynuddin’in Zîn ve Sitî adlarında iki tane bacısı vardır. Zîn, beyaz tenli, beyin güzel kızıdır.  Bey onu çok sever. Sitî ise esmer, selvi boylu biridir.  Tacdin, Bey’in Divan vezirinin oğludur. Hikâyenin ana kahramanı Mem ise Tacdin’in manevi kardeşi ve dostudur. Botan bölgesinde baharın müjdecisi olan mart ayında, Nevruz’da, Mem ile Tacdin kız gibi süslenip kıyafet değiştirerek şenliğe katılırlar. Şenlik alanına vardıklarında erkek kıyafetli iki kişiyi, Siti ile Zin’i görürler. Onları görür görmez ikisi de yere düşüp bayılırlar. Sitî ile Zîn bayan kıyafetli iki erkeği iyice süzerek onlar sezmeden kendi yüzüklerini onların parmaklarına geçirip oradan ayrılırlar. Mem ile Tacdin ayıldıklarında kendilerinin bezgin ve sersem olduklarını görürler. Bu esnada Tacdin, Mem’in parmağında üzerinde Zîn yazılı mücevheri fark eder, Tacdin Mem’in parmağına doğru elini uzatınca Mem de Sitî yazılmış olan yüzüğü görür. İkisi de Sîti ve Zîn’in ne yapmış olduklarını anlarlar. Sitî ile Zîn dadıları olan Heyzebun’a anlatırlar.

Tacdin için Cizre’nin önde gelenleri Cizre Bey’inden Sitî’yi Tacdin’e isterler. Bey, Tacdin’e Sitî’yi verir. Böylece yedi gün yedi gece düğün yapılır. Aslen Botanlı olmayıp İran’ın bir köyünden olan Beko, Bey’in kapıcısıdır. Tacdin,  Beko’yu hiç sevmez. Bey’e kaç sefer bu adamın kapıcılığa layık olmadığını söyler fakat Bey onu dinlemez.  Beko, Bey’in Zîn’i Mem’e vermemesi için ‘Efendim, Tacdin kendi tarafından Zîn’i Mem’e vermiş.’ Bunun üzerine kızan Bey, ‘And içerim ki; Zîn’i eş olarak Mem’e vermeyeceğim’ der. Bey’in ava çıktığı bir günde Mem, Zîn’i görmek için bahçeye girer. Mem, Zîn’i görür ve orada bayılır. Ava giden Bey, avdan dönünce Mem’i bir abaya sarılmış bir şekilde bahçede görür. Mem ‘Bey’im biliyorsunuz ben hastayım, canım sıkıldı, gezeyim derken sonra kendimi burada buldum.’ der. Bey’in yanında bulunan Tacdin abanın altında Zîn’in saçlarını görür, durumu anlayan Tacdin Bey’i ikna ederek divana doğru götürür. Daha sonra eve gidip Sitî ve çocuğunu evden çıkararak evi ateşe verir. Böylece Mem ile Zîn’in kurtuluşu için Tacdin evini yok etmiştir. Beko’nun oyunlarıyla Bey’le satranç oynamaya ikna edilen Mem başlangıçta ilk üç oyunu alır. Beko, Mem’in iyi oynadığını görünce Mem’in yönünü Zîn’e doğru çevirir. Zîn’i görüp hayallere dalan Mem, Bey’e yenilir tabi.

Zîn’e âşık olduğunu öğrenen Bey, Mem’i zindana atar. Bir seneye yakın zindanda kalan Mem, Zîn’in hasretine dayanamayıp ölür. Mem’in cenazesinin kaldırıldığı esnada Tacdin Beko’yu görüp öldürür. Beko’nun öldüğünü gören Zîn, nasıl ki bir gülü diken, hazineyi de yılan koruyorsa, bizim de bekçimiz (köpeğimiz) Beko olacaktır, der. Zîn, Mem’in mezarının başında devamlı ağlayarak Mem’in mezar taşında canını verir. Bey, Zîn’i gömmek için Mem’in mezarını açtırarak Zîn’i, Mem’in mezarının üstüne atarak âşıkları kavuşturur.

 

‘Memo! Al sana yâr!” der.

 

Mem û Zin’de alışılagelen klasik Şark mesnevilerine göre birkaç fark var. Prof. Dr. Mustafa Öztürk Hoca’mızın araştırmaları ve tespitlerine göre: Örneğin,  hikâyenin sonunun “kötü son” veya “mutlu son” olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği okuyucuya bırakılmış. Dünyada kavuşamayan âşıkların ahirette buluşuyor olmasıyla dünyevi açıdan kötü sonla tamamlanmış bir aşk hikâyesi, uhrevi manada mutlu sona evrilmiştir.

Kötü karakter olan Beko’ya ahirette olumlu bir rol biçilmiştir ve bunda da tasavvufi bir yan vardır. Aşk zaten bir vuslattır. İki ruhun birbirini bulmasıdır. Beko ne yaparsa yapsın onların kavuşmasını engelleyemeyecektir.

Hikâyede birbirine paralel giden iki ayrı aşk vardır.  Biri olumlu, diğeri olumsuz neticelenmiştir. Tacdin ile Siti evlenip çocuk sahibi oluyorken Mem ve Zin aşk ızdırabını yaşar ama dünyada kavuşamazlar. Burada müellif, sıradan aşklarla gerçek aşkların farkını aynı zeminde anlatmak ister gibidir.

Prof. Dr. Mustafa Öztürk Hoca’mızın Mem ü Zin adıyla yaptığı bu manzum çeviri ile mesneviyi yeniden edebiyatımıza kazandırmış olması Kürt ve Türk edebiyatı açısından güzel bir adım, mühim bir çalışmadır hakikaten.

Mustafa Öztürk Hoca’mızın Reyahin-i Aşk çevirisindeki ifadeleriyle “Nazmî’nin Reyâhin-i Aşk çeviri eserinin dışında ayrıca Akif-i Vanî adlı başka bir kimsenin de aynı isimli bir çevirisi var. Bu iki örnek, Mem û Zin’in Türkçeye Reyahin-i Aşk ismiyle mal edilebilmesine imkân tanıyor. Her iki çeviride de Osmanlı klasik şiir geleneği esas alınmış. Bu iki çeviri kronolojik olarak divan şiirinin son örnekleridir. Buradan hareketle Mem û Zin tercümelerinin divan şiirinin son numunelerinden olduğunu ve bu eserin Türk ve Kürt edebiyatlarının müşterek konusu olduğunu söyleyebiliriz. Bu tür örneklere bakarak Osmanlı şiirinin dilleri ve milletleri aşan bir derinliğe sahip olduğunu, Osmanlı çatısı altında diğer dil ve kültürlerde üretilen eserlerin de Osmanlı edebiyatı kapsamında değerlendirilmesi gerektiği kuvvet kazanır.” Bunlar eserin kıymetini belirleyebilmede çok kıymetli tespitler.

Nazmi, Mem ü Zin’i  “Reyahin-i Aşk” adıyla neden çevirmiştir acaba Türkçeye? Aşkın Reyhanları veya Aşkın Çiçekleri olan Reyahin-i Aşk kavramı, Jaba tarafından “PlantesAromatigues de L’amour” şeklinde Fransızcalaştırılmıştır da.

Aşkın bin bir türlü hâli, bin bir türlü rengi vardır ya hani bin bir türlü kokusu da mı vardır acaba? Aşkın varoluşu aslında zaten kavuşma değil midir? Sembollerle bezeli olan Mem ü Zin Mesnevisi de aşkın sonunun vuslat olduğunu anlatır. Bununla birlikte geçtiği coğrafyanın ki -Botan havzasıdır- özelliklerini de ele almıştır. Hem aşk hikâyesi hem de bir milletin tarihi, kültürü, kimliğidir.

Kürt dilinin ve zengin kültürünün ispatı olan bu esere farklı çevreler farklı yorumlar getirmiş, kişileri ve olayları Zerdüştlükle bağdaştırmak istemişlerdir. Xani ve eserinin hüviyetini kendi fikirlerine yaklaştırmak için değerlendirmelerini kendi görüşleri doğrultusunda yapmışlardır. Bu konuda da Prof. Dr. Mustafa Öztürk Hoca’mızın tespiti şöyledir: “ Hanî, her şeyden önce bir İslam âlimidir. Yapıp ettiği her şeyde İslami değerleri ana unsur olarak yansıtmıştır. Evet, o dönemde Kürtlerin Osmanlı ve İran sınırında sıkışmalarının getirdiği bir travma ve küçümsenmenin sıkıntılarını nispeten yansıtmıştır fakat fikirlerinin ana eksenine bunları yerleştirmek yine de gerçekçi değildir.”

Ferhat Dağı’na bakarak Mem ü Zin’i anlamaya çalışmıştım vaktiyle. Nevruz ateşiyle başlayan bir aşk hikâyesinde aşk ızdırabı, dostluk, fedakârlık, yanma, yakılma ve pişmanlıkla gelen kavuşturma…

Beko, âşıkta karar olmayacağını, akıl kalmadığını biliyor olmalıydı ki Mem ile Bey’i satranç oyununda bir araya getirmişti. Mem oyunu kazanacakken Zin’i gördü. Aklı gitti. Kaybetti. “Zin’i gördüğünde Mem’in gözleri/ Bedavaya verdi fil ve veziri”…

 

“Mir, Mem’den tam altı el oyun aldı/ Mem, karşıdaki meyden sarhoş kaldı.”

 

Ama âşık değimlidir ki onun için ayrılıkla kavuşma birdir. Ve “Aşkın insanlar üzerinde akıldan daha etkili bir gücü vardır.”

Aşksızlık… Aklımızla idare etmeye çalıştığımız fâni sevgiler,  nefretler, intikamlar, hırslar, menfaatler… Uzattık lafı.

 

Sen de ey kalem! Amma da uzattın/ Bu kitap tamamdır, çok karaladın.”

            “ Bir inci gibi olsa bile sözler/ Çok olduğunda kıymetten düşerler”

 

Biraz dünyanın deniliğine ara verip Kürt ve Türk edebiyatının ortak şaheseri olan Mem ü Zin Mesnevisi’nin dizelerine dalmalı… Vuslat için. Aziz hatırasına Mem ü Zin’in,..Berceste mısralarla…

 

“ Zir ve bam olsun kalp sazının sesi/ Mem ü Zin olsun aşkın sazendesi”

 

1980 Amasya doğumlu. İlkokul yılları babasının köy öğretmeni olması vesilesiyle masallarla köylerde geçti. Ortaokul ve liseyi, Amasya Suluova Anadolu İmam Hatip Lisesinde okudu. Uludağ Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. Hemen ardından 2003 yılında Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tezsiz Yüksek Lisans bölümünü bitirdi ve aynı yıl Bartın’da edebiyat öğretmeni olarak göreve başladı. 2003 yılında Bartın’da başlayan edebiyat öğretmenliği vazifesi İstanbul Üsküdar Hakkı Demir Anadolu İmam Hatip Lisesinde devam etmektedir. Kitabı, tabiatı temaşayı ve yazmayı bırakamıyor. Çeşitli dergilerde, kültür sanat edebiyat sitelerinde şiir, hikâye, deneme ve biyografiler yazıyor. Nasip, sabır, şükür ve hayret makamında gücü yettiğince yazmaya devam edecek. Evli ve iki çocuk annesi.

Yazarın Profili

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir