Eğitim
Benim Dengemi Bozmayınız
İşverenlerin, çalışanların özel hayatları yokmuş gibi davranmayarak, aksine özel hayatlarını önemseyen ve devamlılığına destek veren politika ve uygulamalar gerçekleştiriyor olması, çalışanların işe bağlılığını arttırarak, iş devamsızlığının önüne geçilmesine ve üretkenliğin artmasına fayda sağlıyor.
EKLENDİ
-:
Yazar:
Zeynep DelavŞimdi biraz hayal gücümüzü zorlayalım, hayatımızı kolaylaştıran eşyaların bazılarının olmadığını farz edelim. Mesela; arabanın ya da uçağın olmadığını düşünelim. Sanki bizim bir parçamızmış gibi olan her şeyin bir anda ortadan kaybolması fikri oldukça korkunç geliyor değil mi? İcat edildiklerini hariç tutarsak kullanım özgürlüğümüz nereden geliyor? İlla ki bir kaynak olmalı, en başta da insan gücü…
Yenilenebilir ve yenilenemez olarak ayrıştırılıp, tasnif edilmiş enerji kaynakları, dünyanın su ihtiyacını karşılayan yataklar ve çoluk çocuğumuzun yokluğunu çekmeyeceği, yaşamasını istediğimiz, bir sonraki neslin yaşam standartlarını belirleyecek birçok kaynak. Kendi içinde sürekli bir dönüşüme uğrayarak eşsiz bir sistemin sınırsız olmayan kaynakları hükmündeki bu hayati öğelerden herhangi biri olmasa, bugün gerçek anlamda bir hayattan söz edilemez. Bugün bir başka gezegende yaşamak, koşullar itibarıyla da mümkün değil. Bu yüzdendir durmadan dünyayı kucaklayıp, darlayıp, sıkıştırarak onu ne kadar sevdiğimizi söylüyoruz…
Yaşadığımız, nefes aldığımız, üzülüp sevindiğimiz odalarda yaşıyoruz. Odalardan oluşan, kendimizi durmadan içine kapattığımız ev ve işyerlerinde… Hani şu yükseğe çıktıkça evlerin küçüldüğünü, ufacık birer nokta haline geldiğini gördüğümüz minik oluşumlar. Odalarında yaşam olan, duvarı boyalı, ocağı tüten evler yeryüzünde bir toplu iğne ucu kadar yer kaplamıyor esasen. İlkin kabul etmek istemiyor olsak da kocaman bir dünyayı paylaşan ufacık insanlar olduğumuzu görüyoruz.
Yükseldikçe bir şeyi daha görüyor insan. Benzer kaygıları taşıyan, ‘baş ağrısı’ denildiğinde bünyede aynı sıkıntıyı hisseden, yine aynı kaynaklarla hayatına devam etme çabasındaki milyarlarca insanla ortak bir evi paylaştığını… Aile içinde aile, ev içinde ev olduğunu; milyarlarca hücreden oluşan vücuda can taşıyan damarlar gibi nehirlerle bir kalpten doğduğunu… Yani bir evin farklı odalarında yaşıyoruz sadece. Hepsi bu. Bütün bu gerçeklik ve olması gerekenler için insanoğlu var olduğundan bu yana çalışmak ve üretmek zorunda. Çünkü az önce bahsettiğimiz kaynakların içinde “insan” hatırı ve değeri en yüksek olan…
Peki Bu Üretimin Metal Çarkları Arasında İnsan Ne Durumda?
Ruut Veenhoven mutluluğu; hayat tatmini yani, “bir kişinin bir bütün olarak kendi hayatının değerini bilmesi” olarak ifade ediyor. Kısaca, hayattan tatmin olmak ve mutluluk yani öznel iyi oluş aynı anlamda ifade edilmiştir. Amerikalı psikoloji profesörü Sonja Lyubomirsky ise, “neşe, memnuniyet ya da pozitif iyi oluş tecrübesi ile birlikte, bir kişinin hayatının iyi, anlamlı ve değerli hissiyatı ile birleşmesi” olarak tanımlıyor mutluluğu.
Günün üçte birinden fazla zamanını çalışarak geçiren insanın, genetik ve kişilik özelliklerinin dışında iş hayatındaki denge, günümüz insanının en büyük mutluluk ya da mutsuzluk kaynağı. Zira, karşılanamayan temel ihtiyaçlar yine yolu kısır döngüye çıkararak, mutsuzluk sebebi oluyor.
Mutluluk haz ihtiyacına bağlı bir durumdur. Haz ihtiyacı, dış yaşam koşullarına ve bunları kullanabileceğimiz kendi yeteneklerimizle ilişkili. İnsanın ihtiyaçları ve kurumlar arasındaki uyumun geliştirilmesi daha fazla mutluluk ile sonuçlanacaktır. Mutlu çalışanlar kurumların gelecekleri açısından son derece önemlidir. Çalışanları neyin mutsuz ettiğini düzeltmekle birlikte, onları gerçek anlamda neyin mutlu ettiğini bulmak da kurumun sürdürülebilirliği için kilit bir noktadır.
Bundan dolayı, iyi iş ilişkileri kurabilen, insanların hayatında bir fark yaratabilen, çalıştığı kuruma değer katabilen ve takdir edilen çalışanlar, oluşan his ile daha fazla içten çalışacak ve mutlu olacaklardır. Ayrıca, mutlu çalışanlar kurumlarının temsilcileri olarak, orayı sadece rekabet ortamında temsil etmeyecektir. Kendisi içsel pozitif mesajlar gönderip, çalıştığı yerin dışarıda sergilenen itibarını da güçlendirecektir.
Bu yoğun yaşanan rekabet ortamında, iş hayatındaki mutluluğun, geleceğin yüksek nitelikli çalışanlarını motive eden ve elinde tutan bir tutkal görevi göreceği düşünülüyor. Örneğin, Hewlett Packard’ın temel değerlerinden bir tanesi “HP insanlarına fırsat ve saygı” olarak vurgulanmıştır. Walt Disney’in temel değerlerinden bir tanesi de “Milyonlara mutluluğu getirmek” olarak ifade edilmektedir. Bu sayede çalışan insana iş ve yaşam arasındaki dengeyi sağlama fırsatı verilmiştir.
Aile yaşam alanının ve iş yaşam alanının etkileşim içerisinde bulunduğu varsayımına dayanan çeşitli araştırmalar incelendiğinde bu konuda beş adet farklı kuramın var olduğu görülmektedir.
İş ve aile arasındaki ilişkiyi açıklayan en popüler kuram olan yayılma kuramına göre, iş görenlerin iş sahası içerisindeki rolleri alışkanlık, beceri, heyecan ve davranışları aile hayatına; aile hayatındaki benzer nitelikleri de iş hayatına taşıyorlar. Benzer özelliklerden kastedilen, ruh hâli, tatmin, değerler, yetenekler, devamlılık, genişleme, aynılık, tanıdıklık gibi iş ve ailenin karşılıklı etkileşimlerini açıklayan, hiç yabancısı olmadığımız terimler.
Çalışanların özel hayatlarından ve iş hayatlarından memnun olarak çalışması, işverenleri de pozitif olarak etkiliyor. Bireylerin, motive olmaları için, zamansızlık içinde kıvranmamaları, kalite ve yeteneklerini arttırarak, verimliliklerine doğrudan bir katkı sağlıyor. İşverenlerin, çalışanların özel hayatları yokmuş gibi davranmayarak, aksine özel hayatlarını önemseyen ve devamlılığına destek veren politika ve uygulamalar gerçekleştiriyor olması, çalışanların işe bağlılığını arttırarak, iş devamsızlığının önüne geçilmesine ve üretkenliğin artmasına fayda sağlıyor.
Denge; her şeyin önünde ve en büyük tasarımcı olarak sürekli karşımıza çıkıyor, doğallığın karşılıklı olarak birbirini tamamlayacağını salık veriyor.