1. Anasayfa
  2. Edebiyat

Bereket

Bereket
0

Sanayi Devrimi’nden sonra insanlığa sunulan yeni yol haritasında rakamların ve standart ölçülerin hâkimiyeti var. Seri üretimin ve uluslararası ticaretin yaygınlaştığı bir dönemde standardı oluşmuş ve kabul görmüş ölçülerin kullanımının bir zorunluluk olduğu kabul edilmeli. Bu durum birçok noktada tarafların işlerini de kolaylaştırıyor. Kimsenin diline, dinine, mizacına değerlerine, memleketine göre davranmak zorunda kalmıyorsunuz. Binlerce kilometre uzaklıktaki birinden yüzünü görmeden, konuşmadan, birlikte bir bardak çay içmeden bir mal ya da hizmet satın alabiliyorsunuz. Yani dünyanın her tarafında ister çarp ister topla iki kere iki dört ediyor. İlişki içinde olduğunuz insanları “müşteri” olarak gördüğünüzde başka duyguları da işe karıştırmaya da gerek olmuyor zaten. Para birimi, güncel kurlar meseleyi hâllediyor.

Bir de kazanılan paranın harcanması, değerlendirilmesi var. İnancınızın bir gereği olarak sahip olduğunuz maddi varlığı rakamların ve sayıların renksiz, soğuk ve standart monotonluğundan kurtarıp elinizdeki malın miktarını ve fiyatını değil belki ancak değerini artırmak istiyorsunuz. Malumdur ki fiyat ayrı değer ayrı bir olgudur. Doğru işler yaptığına inandığınız ulusal ya da uluslararası bir yardım kuruluşuna bir miktar bağış yaparak sahip olduklarınıza değer katmak istiyorsunuz.   Bu katkının, bir yudum suya muhtaç birine kana kana içebileceği bir pınara mı, açlığını bastırabileceği bir lokma ekmeğe mi dönüşeceğine; bir dinî yapının restorasyonunda mı, o kuruluşun ofislerinin tefrişinde mi kullanılacağına siz karar ver(e)miyorsunuz büyük ölçüde. Niyetiniz, elinizde olana değer katmak olsa da yardımınızın rakamların renksiz soğukluğunda kalma ihtimali de var. Her zaman niyet yapılan işi değerli kılmaya yetmeyebiliyor.

İki kere ikinin dört etmediği yerler de var tabi. Bazen üç bile etmezken bazen de aritmetik sonuçtan kat kat fazla bir sonuçla karşılaşılabiliyor. Bizim medeniyetimizde bu durumu tanımlayan birden çok kavram var. Varlığı; rakamların arasına sıkıştırmadan, kabullenilmiş ölçülere sığdırmadan başka bir form içinde değer kazanmasına “bereket” diyoruz. Tam da âlemleri yaratan Rabbimizin dediği gibi “Mallarını Allah yolunda harcayanların örneği, her başağında yüz tanenin bulunduğu yedi adet başak çıkaran bir tohum tanesi gibidir. Allah dilediğine katlayarak verir, Allah (zât ve sıfatlarında) sınırsızdır, her şeyi bilmektedir.” Bakara(2)261. İşte bereket, hayatı sayıların ve istatistiklerin kabullenilmiş ölçülerine sığdırmadan çoğaltabilmektir. Bazen hesabı kitabı bırakıp varlığın gerçek sahibine teslim olmaktır. Bereket rakamdan ve miktardan bağımsızdır. Kaldırım taşları arasında açan bir papatya gibi insanın varlığa bakışını bir üst satıra taşır.

Değer kavramının tanımlarından biri de “Varlığı ve kavramları sıradanlıktan kurtarır”dır. Bereket kavramı tam da öyledir. Var olan nimeti sıradanlıktan kurtarır. Esasen sahip olunan bir nesneyi, varlığı “nimet” olarak görüyorsak zaten sıradanlıktan kurtulmuş demektir.  Bereket varlığa başka bir anlam yükler. “Nimet” ünvanı verir.

“Rızık” kavramı da “bereket” kavramıyla ilintilidir bir bakıma. Rızık; Allah’ın kulları için yaratmış olduğu ve onların hizmetine sunduğu nimetlerdir. Rızık konusunun Kur’an’da da oldukça geniş bir içerikte ele alındığını biliyoruz. Bu nedenle özellikle Anadolu irfanında bereket, nimet ve rızık kavramları birbirlerini bütünleyen kavramlardır. Hayatımızı idame ettirmek için lütfedilenlerin tamamı nimettir. Bizim kültürümüzde ekmek nimetlerin ilk sıralarında yer alır. Bu nedenle asla yere atılmaz, üzerine basılmaz, hele hele çöpe atılması hayal bile edilemez. Ailesinde rızık ve nimet kavramlarının önemini yaşayarak öğrenen insanlar, konumları, kariyerleri ve ekonomik durumları ne olursa olsun hayatlarının her aşamasında bu duyarlılığı korurlar. Hakan Çalhanoğlu’nun sahaya atılan ekmeği alıp öpüp alnına götürdükten sonra görevlilere vermesi tam da buna örnektir. Bereket, nimet ve rızık kavramlarını yaşayarak öğrenenler bu tadı asla unutmazlar.

Bir ticaretin sonunda “Malımdan hayır gör, Allah bereketlendirsin, helâl olsun, rızkın geniş olsun…” gibi dua ve temenniler samimiyetle ifade edilirse bu alışveriş sıradanlıktan ve rakamların arasına sıkıştırılmış olmaktan kurtulur.

Malum, eşya zıddı ile anlam bulur. Su-ateş, siyah-beyaz, aydınlık-karanlık… Bu anlamda “bereket ”den bahsederken “israf” kavramına da değinmek gerekir. “… Güzel elbiselerinizi giyin; yiyin, için, fakat israf etmeyin çünkü Allah israf edenleri sevmez.” A’raf (7)31 Kur’an; israftan kaçınmayı tavsiye etmez.  Emir kipi kullanarak israfı yasaklar. Bu yasağa uymayanlar için sonundaki ikaz da çok can yakıcıdır bir mümin için.  Bütün taatini arz ettiği Rabbinin sevgisinden mahrum kalmak… Bunu göze alamaz bir Müslüman.

Bereket, nimet, rızık kavramlarının insan hayatını da bereketlendirdiğini, azla doyabildiğini, bir yudumla kanabildiğini yaşayarak öğrenen insanların hayatında israf kavramı kendine yer bulamaz, bul(a)mamalı.

Haz ve hız medeniyeti bir müminin hayatında vazgeçilmez olan bu kavramları da törpülüyor. Evinde sofra bezine, masa örtüsüne dökülen ekmek kırıntılarının bile israfına tahammülü olmayan insanlarımızdan bazılarının, kutsal topraklarda ya da başka yerlerde biraz bol ve sınırlanmayan nimetlerle karşılaşınca israfla ilgili ölçüleri değişiyor. Bazen tabakta kalanlar iki garibi doyuracak kadar olabiliyor. Sorsanız nedendir diye, kibir kokan bir ifadeyle “parasını ben verdim” diyebiliyor. Sanki parasını verdiklerimiz Rezzak’ın lütfettiği nimet olmaktan çıkıyor.

Bu dönemde çokluğa rağmen çektiğimiz yokluğa ve yetersizliğe bir de bu kavramlar üzerinden bakmalı. Berekete, rızka, nimete yüklenen anlam terk edildiğinde çoklar da insanı doyurmaya yetmiyor, arzulanan tadı vermiyor, veremiyor. İnsanlar darlıkla başa çıkmayı bu kavramlara yüklediği anlamla öğrenmişti. Ancak gıdanın bolluk döneminde nasıl yaşayacakları konusuna hazırlıksız yakalandılar. Bolluğa çok da alışmaya gerek yok aslında. Fazla uzun sürmeyecek gibi görünüyor. Çünkü bu doyumsuzluk Rezzak’ın da istediği bir şey değil.

Arzuladığımız tada ve doyuma ulaşabilmek için hayatımızı bereket, nimet ve rızık kavramlarıyla iklimlendirmemiz gerekiyor. Artık temennilere “ömrün uzun olsun” kadar “ömrün bereketli olsun”u da eklemek lazım. Çünkü bereketsiz bir ömür de sayılardan ibaret kalır. Kuru ve renksizdir. Bu kavramlarla yaşamak lügatlerdeki tanımlarını bilmekle değil, kavramların hayatın her aşamasına kendi rengini vermesiyle ve gördüğümüz varlığa bu anlamları giydirmekle mümkündür.

Rakamların arasına sıkışmış ve ihtirasların üzerinde tepindiği ihtiyar dünyaya yeniden huzur iklimini hâkim kılmanın yolu, kuruyan medeniyet çınarlarımızın köklerini,  kadim kültürümüzden süzülüp gelen ve binlerce bereketli molekül taşıyan berrak su ile sulamaktan geçiyor.  

Hayatın, huzurdan mücadeleye dönüştürüldüğü bu hengâmede biraz zor görünse de bereketli bir gelecek dileğiyle…

 

 

 

 

1964 yılında Ordu’nun Gölköy ilçesinde doğdu. İlkokulu köyünde, orta öğrenimini Ordu İmam Hatip Lisesi’nde, Lisans Eğitimini U.Ü. İlahiyat Fakültesi’nde bitirdi. “Risaletten Hilafet’e Geçişte Hz. Ebu Bekir Dönemi” teziyle yüksek lisansını tamamladı. 2. Yüksek lisansını THK Üniversitesinde “İşletmelerde Etik Yönetin” çalışmasıyla bitirdi. Otuz yıl MEB taşra teşkilatının her kademesinde öğretmen ve yönetici olarak çalıştı. Kamu iştirakinde ve özel okulda yönetici olarak görev yaptı. Değerler Eğitimi ile ilgili çeşitli dergilerde,  internet sitelerinde yazıları ve  “İnsan ve Değer” adıyla bir kitabı yayımlandı.  Bir çok kurumda veli, öğretmen, yönetici ve öğrencilere yönelik Değerler Eğitimi ile ilgili  seminerler vermektedir.

Yazarın Profili

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir