Tarih
Bir Şehre Gazilik Verilmesi Üzerinden Bağımsızlık Manifestosu
Eşraftan Pazarbaşızade Nuri Bey başkanlığında bir İdare Heyeti kuruldu ve şehir, savunma bölgelerine ayrıldı. Her bölgeye, bölgede sözü geçen birisi reis olarak atandı. Savaşı yönetecek birer yedek subay ile 100 silahlı savaşçı tahsis edildi; evler ile yol kavşakları savunma savaşı için uygun hale getirildi. Bir taraftan da civar köy ve kasabalardan olabildiğince silah ve cephane temin edilmeye gayret edildi.
EKLENDİ
-:
Yazar:
Vehbi DinçerlerAnteb’e Gazilik unvanı verilişinin 100. Yılı, sadece Antepliler için değil bütün bir milletimiz için önemli bir dönüm noktasıdır. 100 yıl önceki Meclis Binamızda, o günkü ruhu kavramaya, idrak etmeye ve geleceğe mesajlar vermek yeni nesil için büyük bir kıymet içermektedir.
Bir asır önceki bir süper devletin aldığı kararların bugünkü siyasetler üzerindeki tesirlerini Anteb’in yaşadığı acılar üzerinden kısaca anlatmak istiyorum.
Antepliler hangi düşmanları yendi?
Önce İngilizler geldi, “teslim olun” dediler…
Verdikleri cevabı bugün söylemesi kolay… Tarih, 17 Aralık 1918
Antepliler, Kuran-ı Kerim üzerine el basarak yemin eder ve haykırarak şu cevabı verirler:
“Taş üstünde taş gövde üstünde baş kaldıkça; can taşıyan, nefes alan tek bir kişi kaldıkça Antepli asla teslim olmayacaktır.”
Ardından Fransızlar geldi… Onlar da “teslim olun” dediler. Tarih: 5 Kasım 1919
Teslim olun çağrısına cevap, 13 Ağustos 1920 günü Karatarla Camisinde gerçekleşen ve her çeşit opsiyonun tartışıldığı geniş katılımlı toplantıdan sonra verildi. Biz buna Antep Kongresi diyebiliriz.
“Özyurtlarını savunan Antepliler sizden alçakça af talebinde bulunmaktansa, siperlerin altında kalarak ölmeyi tercih ederler.”
İşte cevap…
Ve Kaleye beyaz bayrak, teslim bayrağı çekilmedi…
O süreçte üçüncü düşman da içimizde idi. Ervah-ı habise yani kötü ruhlar, “teslim olalım” diyordu. Kısacası “mandacılar”..!
Ülke genelinde manda yönetimini ısrarla isteyenler 4 Ocak 1919’da İstanbul’da “Wilson Prensipleri Cemiyeti’ni kurmuşlardı.
Üyeleri arasında başta Halide Edip (Adıvar), Refik Halit, Ahmet Emin Yalman, Yunus Nadi Abalıoğlu gibi çok isim yer alıyordu. Mustafa Kemal Paşa, mandacılar için “…halas-ı hakikinin (gerçek kurtuluşun) Amerikan Mandasını talep ve temininde olduğu kanaatinde bulunuyorlardı, bunu ispata çok çalıştılar.” demiş ve bu görüşü reddetmişti. Zaten Wilson Prensipleri esas itibariyle Amerikan hegemonyasını ve emperyalizmini dayatan bir strateji idi.
Nitekim ileride, 28 Ocak 1920’de Meclis-i Mebusan, Misak-ı Milli kararını alacaktı.
Antep’e de mandacı tesirlerinin ulaştığı belliydi.
Ervah-ı Habisenin çoğu, malını, makamını, canını Fransız’a teslim ederek kurtaracağını düşünen mal sahibi, makam sahibi kişilerdi. Halk, tek tek adlarını anmamak için onları böyle adlandırmıştı. Öbür tarafta “vatan için, namus için, din için şehit olmayı” göze alan geniş halk tabakası vardı.
Teslim olmayı tercih edenler çatışmaya itiraz ediyorlardı. Bu kötü ruhların bazılarının, Fransızlara erzak temin ettikleri ve hatta casusluk yaptıkları sonradan ortaya çıktı ama alicenap Antep halkı o kötü ruhların isimlerini o gün anmadı, bugün de hâlâ anmıyor.
13 Ağustos 1920 günü Karatarla Camisinde Erzurum, Sivas Kongrelerinin benzeri, Antep çapında, ama geniş katılımlı ve uzun süren toplantı yapıldı. İşte bu büyük toplantıda teslim olmayı isteyenler mağlup edildi. Taşcızade Ahmet Efendinin “Harb istiyoruz” narası ile toplantı bitirildi. Ve “teslim olmayacağız, direneceğiz, ya istiklal ya ölüm..” kararı bu toplantıda alındı..
Üç büyük düşmanı yenen Antep’e neden gazilik beratı verildiğinin kısmi izahı budur.
Antep’in kurtarılması ve düşmana karşı direniş harekâtını ateşleyen en baştaki olay bir Fransız askerinin 10 yaşındaki Kâmili süngüyle şehid etmesidir ki bu barbarlık sömürgeci Fransıza yakışır. Kamil’in suçu, annesinin peçesine el uzatılmasına isyan etmesidir. Fransızlar olayın kapatılması için her türlü çabayı denemişler ki bugün de öyledirler, ervah-ı habiseyi yani Antepli habis ruhları bile devreye sokmuşlar, çözemeyince sonunda en yetkili kişiyi görüşmeye göndermişlerdir.
Fransız Askeri Kuvvetleri Komutanı Albay Saint Marie, Cemiyeti İslamiye’nin toplantı yaptığı Nakşibendi Tekkesi’ne gelerek, suçluların şiddetle cezalandırılacağını söylemiştir. Şehit Kamil’in babasına da iki yüz altın lira tazminat verme teklifinde bulunmuş, ancak baba şu asil cevabı vermiştir:
“Ben oğlumu para ile satmam, oğlum din ve millet yolunda öldü. Milletim sağ olsun, onun intikamını elbette alacaktır.”
Mustafa Kemal Paşa o ağır şartlar içinde Anteplilere şöyle hitap etmiştir:
“Eğer bir gün millet, vatan ve cumhuriyetin yüksek menfaatleri icap ettirirse o çevre kahramanlarının geçmişte olduğundan daha yüksek kahramanlıklar göstermeye amade bulunduklarına da şüphem olmadığı bilinmelidir. Cümlenizin derin ve sarsılmaz güvenle gözlerinden öperim.”
Hedef ve strateji ne idi? Teşkilatlanmayı nasıl yaptılar?
Hedef yüksek tutuldu, korkulmadı.
“Fransız adını tam batırak” dediler.
“Fransız kurşunu değmez adama” dediler.
“Vurun Antepliler namus günüdür” dediler.
Hedefi ve stratejiyi iyi ki büyük tuttular. Galibiyetin gerisinde savaşçı Anteplilerin taşıdığı bu ruh hali vardır.
Mareşal Fevzi Çakmak başkanlığındaki Bakanlar Kurulu ve Gazi Mustafa Kemal Paşanın Riyasetindeki Büyük Millet Meclisi aldığı kararlar ve verdiği manevi ve siyasi destekle bu mücadele ruhunun oluşmasına çok değerli katkı sağlamıştır.
Şehrin 27 mahallesine bir semt reisi tayin edildi ve Antep halkı 1 Nisan 1920’den 7 Şubat 1921’e kadar “Ölürsem şehit, kalırsam gazi olurum” diyerek Fransızlara karşı direniş gösterdi. Çok acılar çekildi. Tespit edilebilen şehit sayısı 7000’e yakındı.
Eşraftan Pazarbaşızade Nuri Bey başkanlığında bir İdare Heyeti kuruldu ve şehir, savunma bölgelerine ayrıldı. Her bölgeye, bölgede sözü geçen birisi reis olarak atandı. Savaşı yönetecek birer yedek subay ile 100 silahlı savaşçı tahsis edildi; evler ile yol kavşakları savunma savaşı için uygun hale getirildi. Bir taraftan da civar köy ve kasabalardan olabildiğince silah ve cephane temin edilmeye gayret edildi.
Mücadele ruhunun kaynağı ve dayanağı nedir?
Antep’in hali şuydu: yapayalnız bir şehir, yardım yok, silah yok, cephane yok, askeri tecrübe yok. Ayrıca başlangıçta teslim olalım, kurtulalım tezini savunanlar var. Bütün zorluklara rağmen üç düşmanı yendi, çünkü Anteplinin kadim bir “Anteplilik ruhu” vardır;
- Antep bir potadır; her gelen Antepli olur ve dışarıdan gelen ilk kuşak bile Antepliyim der. Harb döneminde 36.000 civarında nüfus vardı, herkes Antepliyiz derdi, şimdi 2 milyon olundu ki önemli miktarda iç göç oldu, bu gelenler de Antepliyiz derler.
Antep bir potadır.
- Antepli, Şehadet duygusunu sarsılmaz bir iman ile yaşar.
Hiçbir güç şehadet inancını Anteplinin hayat ve ahiret tasavvurundan silemez. Teslim olma tezini böyle yenmiş yekvücut olmuştur.
- Antep’te ırk, inanç ve kültür çatışması değil uyumu hâkimdir; Hemşehri Ermenilerin Anteplilere ihanetine kadar din ve vicdan hürriyeti en kâmil manada yaşanmıştır.
- İstiklal ve hürriyet asla vazgeçemeyeceği hasletidir.
Antep için azıcık sıkıntı olsa, hep birlikte “Antep, Antep diye hazin hazin ağlarım” der..
Burada, belki günümüze ışık olur ümidiyle genel bir analiz yapmak istiyorum:
30 Ekim 1918’de Mondoros mütarekesi imzalandı ve Osmanlı İmparatorluğu yıkıldı ve dünyaya ilan edildi. İngilizler ve Fransızlar bu anlaşmaya ve kendi aralarında yaptıkları anlaşmalara göre Osmanlı topraklarını işgal ettiler. Mütarekenin 10 ay öncesinde, 8 Ocak 1918 tarihinde, yani 103 sene önce, ABD Başkanı Woodrow
Wilson’un birinci Cihan Harbinin bitirilmesi ve bir Küresel Nizam kurulması hakkındaki 14 ana prensibi ABD Senatosunda kabul ve ilan edildi.
Wilson Amerika’da ve Avrupa’da aylar süren hazırlıklar yapmıştı.
Prensiplerden birisi Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışı, bölüşülmesi ve Osmanlı topraklarında kurulacak devletler hakkında idi. ABD, Topraklarımızda yaşayan halkların “kendi kaderini tayin” sadedinde yeni devletler kurmalarının gereğini ilan etmişti. Buna göre mesela Ermeniler bir devlet kuracaklardı. Hatta onlara Akdeniz’de bir liman verilecekti. Araplar devletlerini kuracaklardı. Türk kökenliler de Orta Anadolu’da bir devlet kurabilirlerdi. Osmanlı topraklarındaki Ayrılıkçı-bölücü Kürt kökenlilerin talepleri de unutulmamış, teşvik edilmişti.
Başkan Wilson Birinci Harp tam bitmeden tüm taraflarla (Osmanlı hariç) görüşüp çoğu hala gizli kalan ikili ve çoklu anlaşmalar yaparak ve mağlupların kendi aralarında, galiplerin de kendi aralarında anlaşma yapmalarını sağlayarak, sonrasında galiplerle mağlupları görüştürerek ve yapılan gizli açık anlaşmaları ve Amerikan milli çıkarlarını da dikkate alarak bu belgeyi hazırlamıştı.
Zamanın büyük gücü ABD idi. Cemiyet-i Akvam’ın kurulması bu prensipler içindedir ki bir daha Cihan Harbi çıkmasını önleme amacına matuftur. Ancak kısa bir zaman sonra ikinci Harb patlak verdi ve Cemiyeti Akvamın çaresizliği görülmüş oldu. İkinci Cihan Harbinden sonra ABD “Yeni Dünya Düzeni” kurgusunu 1918 Prensipleri üzerine inşa ve icra etmiştir. Sekiz sene Ankara’da sefirlik yapan Srtausz- Hupe’nin Türkiye’den ayrılırken Dışişleri Komisyon Başkanlığı uhdemde iken şahsıma ifade ettiği “gelecekteki savaşlar fezada olacak, silahı nükleer güç, ordusu NATO olacaktır” cümlesi bir dünya hegemonyası işaretidir.
Sözün özü şu ki Mondoros Anlaşması ve ardından gelen tüm mutabakatlar ve politikalar Wilson Prensipleri’nin çizdiği yol haritasına göre yürümüştür. Başka bir ifade ile “Değişmez, yönlendirici, seçilmiş ABD yönetimi ve “ABD Derin Devleti” dir.
Günümüzde ise, Türkiye’yi, bahusus Güney sınırlarımızı ve sınır şehri olan Gaziantep’i bekleyen zorlukların temel dayanağı ve kaynağı, Başkan Wilson’nun ilan ettiği prensiplerin, ABD Seçilmiş Yönetimleri ve ABD Derin Devleti tarafından değişmez temel ve Büyük Strateji Belgesi olarak karalılıkla yeniden ve kesintisiz uygulanmakta olmasıdır. Güneyimizdeki gelişmelere bu pencereden bakarsak büyük bir orduya yetecek hatta militarist bir devletçiğe yetecek kadar ABD silahlarının bölgeye sevkinin, siyasi ve idari desteğinin sebebini açık seçik görürüz. Dün Wilson’un kapısında bekleyenlerin nesilleri bugün Biden’ın kapısındadırlar.
Sözün özü:
Türkiye, güneyimizde ağır sonuçları olabilecek belalarla karşılaşmamak için 103 sene önce kabul ve ilan edilip İkinci Harb’ten sonra teyid edilen Wilson Prensiplerinin bilhassa gizli emellerini ve açık mutabakatlarını ve yorumlarını derinlemesine ve yeniden çalışmalıdır. Bilinen 14 madde buz dağının gösterilen kısmıdır; bir asır önceki ABD Başkanlık ve Senato kayıtları bulunup yeniden değerlendirilmelidir.
Bugün şükürler olsun ki Devletimiz, güçlüdür ve galipler safındadır; Wilson Prensiplerinin bize biçtiği çerçeve bize göre geleceğimizden silinmiştir; silinmelidir.
Sözlerimin sonunda ahirete intikal etmiş şehitlerimize ve gazilerimize bir kere daha Yüce Allahtan rahmet ve mağfiret diliyorum.
Burada bir temennimi dile getireceğim:
Çoğumuz Siyaset yoluna “halka hizmet Hakka hizmettir” diye girdik. Yani “hizmet ibadettir” dedik. Bu günlerde Belediye Başkanımız ve Kültür Bakanlığımız Arkeoloji Enstitüsünün ve üst yönetimi olan Arkeoloji Vakıf Merkezi’nin Gaziantep’te kurulması için bütün milletvekillerimizle birlikte, Yüce Meclisin ve hükümetin ilgili kanatlarıyla ortak bir yasama gayretinin içindedir.
Yabancı ülkelerin kendi adlarıyla Türkiye’de çalışan çok sayıda Arkeoloji Enstitüsü faaliyette iken bu yeni kurumun kanun yoluyla Gaziantep’te kurulması 2016 yılında ikinci gaziliğini kazanan Yüce Meclisimizin, 100 yıl sonra gazi şehrimize vereceği yeni ve kültürel bir madalya olacaktır.
Beğenebileceğiniz Gönderiler
Çok Okunanlar
- Dünden Bugüne-
Gazze, Gırnatâ’nın Kaderini mi Paylaşacak?
- Eğitim-
Millî Eğitim Müdürlüğü ve Kars Günlerim
- Söyleşi-
Türkiye Yazarlar Birliği Üstün Hizmet Ödüllü Yazar Belkıs İbrahimhakkıoğlu ile Sohbet
- Şahsiyet-
Benim Dedem Dua Profesörü
- Şahsiyet-
Şerafeddin Gölcük’te Billurlaşan Ümmet Bilinci
- Genel-
Siirt: Ziyaretgâh Şehir
- Söyleşi-
Ercan Şen’le Başbaşa
- Din ve Hayat-
Gazze’deki Zulme Karşı Ne Yapalım?