Bizimle İletişime Geçin

Tarih

15 Temmuz Şehitlerinin Ardından Musalla Taşından Şehadete

2

EKLENDİ

:

 

Biz Kazan’dan biraz uzakta olduğumuz için yaşanılan hareketlenmelerin farkında değildik. Gökyüzü ışıl ışıldı. Ay bulutların arasına girmek üzereydi.

Yüreğimde bir darlık hissettim.

O sırada oğlum Hüseyin gözüme çarptı. Telefonuyla oynuyordu. Yok yok oynamıyordu. Yüzündeki şaşkınlığı görünce hayrete düştüm.

“Hüseyin oğlum!”

Hüseyin sanki bu âlemde değildi. Beni duymuyormuş gibi hareket ediyordu. Bu sefer biraz daha yüksek sesle ismini çağırdım.

“Hüseyin!”

İrkildi. Başını telefondan kaldırıp bana baktı. Gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Ne olduğunu anlamaya çalıştığı bir olayın içinde gibiydi. Bana baktı.

“Anne galiba darbe oluyormuş!”

Söz beynime bir balyoz darbesi gibi inmişti. Darbeler bitti dediğimiz bir zamanda böyle bir darbe girişimi beni şaşkına çevirdi. Ne diyeceğimi bilemiyordum. Sanki nutkum tutulmuş gibiydi.

“Nasıl yani?” dedim heyecanla.

Hüseyin daha darbenin ne olacağını bilecek bir yaşta değildi. Darbe görmemişti. Yazılanlara ve söylenenlere bakarak bir şeyler söylüyordu:

“Anne ben de bilmiyorum! Ancak Boğaziçi Köprüsünün askerler tarafından kapatıldığını ve her tarafın askerler tarafından kuşatıldığını söylüyorlar.

Akıncı Üssünden uçakların kaldırılıp birçok yer bombalanıyormuş!”

“Neee! Anlaşılır gibi değil! Akıncı üssü hainlerin üssü mü olmuş?” dedikten sonra ne yapacağımızı bilmez bir haldeydik. Ali yorgun olduğu için erkenden yatmıştı. Kaldırıp kaldırmamakta tereddüt ettik. Ancak sürekli çalan telefonu ve gelen mesajlar sonucunda onu kaldırmak zorunda kaldık.

Hayat insanlara sürekli sürprizler hazırlıyordu.

Hiç ummadığımız, hiç beklemediğimiz bir olaydı. Ali de o gün çok yorulduğu için kalkmakta zorlanıyordu. Nihayet onu kaldırdığımızda doğruldu. Şaşkın gözlerle bize bakıyordu. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.

“Ne, ne oldu, neden kaldırdınız beni?”

Sözleri daha yeni bitmişti ki minareden yükselen salayı duyunca hayretten gözleri fal taşı gibi açıldı. Şaşkınlık, merak, endişe dolu gözlerle bize bakıyordu. Dışarıdan gelen sese tekrar kulak kabarttı.

“Bu sala niye okunuyor, ölen kim? Hem bu saatte sala mı okunur? Allah için biriniz neler olduğunu söylesin!”

Olağanüstü şeyler olduğunu anlamıştı.

Doğruldu.

Bize cevap bekleyen gözlerle bakıyordu. Birimizin ona açıklayıcı şeyler söylemesini istiyordu. Nihayet ben de ona yaşananları bir çırpıda söyleyiverdim:

“Ali, ülkede darbe varmış! Askerler yönetime el koymuş!”

“Askerler mi?”

“Şey daha doğrusu kendilerini sulh konseyi olarak tanımlayan bir grup yani Fetullahçı denilen cemaat üyelerinin yaptığı bir ayaklanmaymış.”

“Allah kahretsin onları! Sinsiliklerinden belliydi zaten hainlikleri!”

Bu sözleri söyledikten sonra biraz durgunlaştı. Gözleri daldı.

Neler yapabileceğini düşünüyordu.

Heyecanla kalktı. Oturma odasına geçti. Şimdi kanallarda darbenin ve karşı direnişin ayrıntıları veriliyordu.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bir televizyon kanalına telefonla verdiği mesaja odaklanmıştı.

Gözleri büyüdükçe büyüyordu.

Ülkeye yapılan bu hain saldırının şiddetini yüreğinde büyük bir sarsıntıyla izliyordu. Yediği tabağa pisleyen mahluklar gibi yaşadıkları birçok imkana sahip oldukları vatana ihanet ederek alçaklıklarının boyutunu gösteriyorlardı.

“Allah belanızı versin hainler! Sizler yediği tabağa pisleyen köpekler gibisiniz alçaklar!”

Darbecilere karşı içindeki bütün nefretini diline dolamış hakaretler ediyordu. Annesi, babası ve ben oğlumla onun patlayan bir volkana dönüşünü seyrediyorduk.

Hınçla ayağa kalktı. Gözlerinde öfke kıvılcımları fışkırıyordu.

“Hemen gitmemiz lazım!”

Söz ağzından bir şimşek çakması gibi çıkmıştı. Hemen telefona sarıldı. Köylüleri, encümenleri, arkadaşlarını bir bir aradı. Yoğun telefon trafiğinin ardından yüksek sesle konuşuyordu.

“Duracak zaman değil! Ülke işgal altındayken, hainler darbeye teşebbüs etmişken biz böyle kös kös koltuklarımızda çekirdek çitleyerek bir film seyreder gibi olayları seyredemeyiz! Ben çıkıyorum!”

Ali’nin gözlerinde darbecilere karşı isyan kıvılcımları uçuşuyordu. Yüreği yerinden sökülecekmiş gibiydi. Yerinde duramıyordu. Babasının öylesine heyecanlı halini gören Hüseyin de haykırdı.

“Ben de geliyorum!”

Onun böyle ani çıkışı bir anne olarak beni korkuttu. Böyle bir gecede dışarıda olmasının tehlikeli olacağını düşünüyordum. Daha küçüktü o.

Bir annenin gözünde çocukları hep küçüktür.

Onun için bu gece dışarıya çıkmasına izin vermeyecektim. Kararlıydım. Ben de ani tepkiyle bağırdım.

“Hayır gidemezsin!”

“Gideceğim!”

Onun bu kararlı duruşu beni içten içe sevindirse de bir anne olarak evladı için endişem devam ediyordu.

“Bu gece dışarısı çok tehlikeli! Ya başına bir şey gelirse? Sensizliğe nasıl dayanırım oğlum?”

Duygularım bir annenin yüreğinden fışkıran lav gibiydi. Evlat acısı gerçekten zordu. Onu kaybetme korkusu bile insanı rahatsız ediyorsa kaybedilmesi durumunda neler yaşanacağını tahmin bile edemiyordum. Bunun için tepki göstermiştim. Ama oğlumun öyle sert bir tepki vereceğini hiç düşünmemiştim.

“Anne vatan tehdit ve tehlike altındayken canımızın ne değeri var? Ben babamla gidiyorum!”

Aslanın yavrusu da aslan oluyordu.

O da babasıyla birlikte hazırlandı. Şimdi iki gözüm de evden çıkıyordu. Onların arkasından hüzünlü gözlerle bakıyordum. Yüreğim kan ağlıyordu. Buruktu kalbim. Ama bir yandan da böyle yiğit ve cesur erkeklere sahip olmaktan dolayı büyük bir mutluluk duyuyordum.

Bir kadının en büyük şansı kendisini seven, anlayan ve koruyacak güce sahip bir erkeğin yanında olduğunu bilmesiydi. Ben şanslıydım.

Nuray Hanım burada durdu.

Gözlerindeki yaşı sildi. Tekrar duvarda buruk bir tebessümle bakan Ali Anar’ın resmine odaklandı. Yüreğindeki sevgisi gözlerine yansıyordu. Sanki iç dünyasıyla söyleşiyormuş gibi konuşmaya devam etti.

“Aslında Ali’nin içindeki sıkıntılar bir ay öncesinden başlamıştı. Ülkenin içinde bulunduğu durumdan rahatsızlığını dile getiriyordu. Cemaatin yaptıklarını konuşup, çok ileri gittiklerini söylüyordu.

Sanki yaşanacaklar içine doğmuş gibiydi. Ona bazen çok abarttığını söylerdik. Ancak Ali hiç abartmamış!”

Fatih Erdoğan kardeşimle, şehit ailesinin evinde şehadet ruhunu yaşıyorduk. Sanki şehit Ali Anar aramızda bizi dinliyordu.

Çaylarımızdan birer yudum aldıktan sonra gözlerimiz Hüseyin’e çevrildi. Hüseyin derin bir nefes aldı. O günleri tekrar yaşıyormuşçasına heyecanlanmıştı. O da adını aldığı dedesi Hüseyin Amcanın yanındaki koltukta oturuyordu. Dudakları titreyerek anlatmaya başladı.

“Babamla evden çıktıktan sonra köylülerle musalla taşının önünde toplandık. Ahi Köyü vatansever insanların yaşadığı bir yerdir. Darbe girişimini ve Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın çağrısını duyanlar arabalarıyla musalla taşının önüne gelmişlerdi.

Herkes heyecanlıydı.

Gecenin karanlığına inat gözleri ışıl ışıldı. Korkudan eser yoktu. Hepsi coşku doluydu.

Gözlerinde ihanete karşı yanan direniş ışıkları parıldıyordu. Gecenin karanlığını yüreklerindeki iman ışığıyla aydınlatıyorlardı. Babam, köylülere dönerek;

“Benim arabam pekiyi değil ama müsaade ederseniz önde ben olayım!”

Sanki düğün kervanıydı ve kendisinin arabasının da gelin arabası olmasını istiyordu. Nerden bilelim ki hareket ettiğimiz musalla taşına bir şehit olarak dönecekmiş!

Hüseyin burada biraz sustu. Gözlerindeki yaşı sildi. Babasıyla yürüdüğü son gecenin hüznünü yaşıyordu. Baba bir evin direğiydi. Direği yıkılmış bir ev nasıl harabeye dönerse babası ölmüş çocuk da solgun bir güle dönüyordu.

 

 

Daha Fazla Yükle

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çok Okunanlar