Bizimle İletişime Geçin

Din ve Hayat

Çağımızda Gençliğin Hz. Peygamber Algısı

Bir peygamberin “hayatı”, “şeriatı” ve “sünneti/sunduğu yaşam modeli” bir boyutuyla irfan kurucu ve medeniyet inşa edici kimliktedir. Söz gelişi Hz. Musa(as), bir uçta katı yasalar ile radikal bir Tevhit medeniyeti inşa ederken onun tam diğer ucundaki Hz. İsa(as), istisnasız herkese alabildiğine şefkat gösteren müjde içeren bir anlayış getirmişti. Bu ikisinin tam ortasında ise “kafire karşı omurgalı ve dik duran” “masuma, mazluma, insana merhametli olan” Hz. Peygamber (sav) bulunmakta “adalete dayalı bir rahmet medeniyeti” kurmuştu.

EKLENDİ

:

Diyalektikten Dikotomiye: Din Kurucuları ve Toplumları Arasındaki İnteraktif İlişkiler

Dinler Tarihine göre dinlerde fenomen dediğimiz kutsal kişiler, doğal objeler, imgeler, zamanlar, mekanlar, kutsal kitaplar ve din kurucuları gibi hayati öneme sahip somut olgular bulunur. Bunlar içinde belki de Kutsal Varlık ile gerçek karşılaşmayı ve kutsal alem ile asli bağlantıyı bulan en önemli fenomenlerden biri mukaddes kimliğe sahip olan din kurucusudur.[1] Daha somut olarak Dinler Tarihi’ne göre bir din kurucusu, bir gelenekte kutsal ile doğrudan karşılaşan ilk ve en önemli kişidir. Bu açıdan bir dini gelenek için din kurucusu ise “dini ilk tecrübe eden kişi”, “vahyin ilk şahidi”, “dini ilk anlayan”, “dindeki olağanüstülükleri ilk şehadet eden”, yaşadığı öğretilerin öğretmeni, geleneği şekillendiren teolojiyi ikame eden ve bulunduğu toplumu değiştiren, son olarak metafizik ile fiziki alem arasındaki mutlak aracı figürdür.[2]

Öncelikle, her peygamber, kendi kavminin/ümmetinin kaderidir. Bir başka ifadeyle Her peygamber kendi ümmetinin ileride çekeceği acıları, tadacağı mutlulukları peşinen yaşar. Bu anlamda her peygamber, kendi toplumunun “mikro ölçekli bir kavim tarihi” bir ayna ve yansımasıdır. Hz. Musa (as)’nın saraydaki hayatı (kavminin gelecekteki dünyayı teyit edici maddi refahı), Medyen’deki sürgün yılları (kavmin diyasporadaki acıları bilhassa Hitler’in eliyle gördükleri holokost zulmü), yurdundan kovulması (İsrail’in vatansız kalışı), çöldeki hayatı (teşavot kavramı çerçevesinde İsrail’in sil baştan kendini yenilemesi ve yeni bir hayat inşası) gibi örneklerle uzun soluklu İsrail tarihinde de sürekli bilişsel açıdan tekrarlanıp duracaktır. Yine olağanüstü doğumu, mucizeleri ve ref’i ile Hz. İsa Mesih (as)’in hayat hikayesi Hıristiyanların tarih boyunca yaşadıklarını peşinen tecrübe edecektir. İleride de geniş anlatacağımız gibi Hz. Peygamber (S.A.V.)’in Mekke hayatında yaşadığı zulüm ve işkenceler, hicreti, Medine’de inşa ettiği İslam devleti, savaşları, müşriklerle veya münafıklarla mücadeleleri, cemiyetteki, ailedeki hayati meseleleri kendi ümmetinin geniş tarihi içinde dalga dalga tekrarlanarak yayılacaktır.

Bu anlamda her ümmet veya toplum da kendi peygamberinin siyerini hatta seküler liderinin hayatını makro olarak yaşar: Bu anlamda toplumlar, “makro birer siyerdir” veya her kavim kendisini inşa eden liderin “makro açıdan seküler biyografiler zincirleri” hükmündedir”. Ümmetlerin kaderleri kendilerini oluşturan unsurlara hareket everen liderlerin elinde şekillenmektedir. Buradan hareketle bir topluluğa mensup olan bir kişi hem o topluluğun tarihinden hem de liderinin veya peygamberinin hayat hikayelerinden parçacıklar taşıyacak ve sosyolojik olarak çağlardan veya hayat anlarından birer bukleler yaşamak zorunda kalırlar. Aksi durumda kendinde siyerden bir parça taşımayan dindarlar kendi peygamberine anlamaz veya hissedemezken yaşadığı toplumun çektiği acıları veya mutlu anları hissetmiyorsa o toplumdan olmazlar.

Neticede bir peygamberin “hayatı”, “şeriatı” ve “sünneti/sunduğu yaşam modeli” bir boyutuyla irfan kurucu ve medeniyet inşa edici kimliktedir. Söz gelişi Hz. Musa(as), bir uçta katı yasalar ile radikal bir Tevhit medeniyeti inşa ederken onun tam diğer ucundaki Hz. İsa(as), istisnasız herkese alabildiğine şefkat gösteren müjde içeren bir anlayış getirmişti. Bu ikisinin tam ortasında ise “kafire karşı omurgalı ve dik duran” “masuma, mazluma, insana merhametli olan” Hz. Peygamber (sav) bulunmakta “adalete dayalı bir rahmet medeniyeti” kurmuştu.

Dinler Tarihi Boyunca Din Kurucularına Karşı Yaklaşımlar

Dinler Tarihi’ne göre tarih boyunca dini ikame eden kuruculara yönelik temel iki yaklaşım göze çarpmaktadır; “teolojik” ve “fenomenolojik”.

Din Kurucusuna Teolojik Yaklaşım

Öznel ve normatif karakterdeki bu yaklaşım, içerden yani dindara ait bir perspektif olup dini getiren peygamber veya kurucularının üstü örtülü, yüksek ve olağanüstü bir alemi ve gelecekle ilgili sırları hayatları boyunca tecrübe ettiklerini, onların görüp işittikleri şeylerin salt vahiyler olduğunu savunmaktadır. Ancak bu anlayışa göre kutsallıkla ve aşkınlıkla tamamen entegre olmayan hayat anlamsızdır. Bu yaklaşım, hayatın geçerli olabilmesi için tamamen teolojik sırlarla dolu olması gerektiğini savunur; böylece bu yaklaşım, din kurucusunun her yönüyle “ağır metafiziğin mahkûmu” ve onun kaçınılmaz kontrolü altında olduğunu ve inancın menfaatleri doğrultusunda elverişli olacağını iddia eden “meta-teolojik” bir hayat anlayışının daima ağır baskısı altındadır.

Bu görüş için kutsallıkla örtülü gizem, din kurucusunun metafizikle yakın temas halindeki bedeninde tecelli etmektedir. Yani onun maddi olarak her şeyi (mesela kesilen saçları, tırnakları, nefesi, yüzü, kanı ve temas ettiği objeleri -elbiseleri, silahları ve araç gereçleri-) bile mukaddestir ve dokunulmaz bir kimliktedir.[3]

Tarihsel Fenomenolojik Yaklaşım

Nesnel, gözleme dayalı ve analitik karakterdeki bu yaklaşıma göre dinin kendi somut tarihsel haliyle bilhassa din kurucusu tarafından şekillendirilen dinin aldığı formun bilinmesi gereklidir. Dinin, sırasıyla kültürel, bilimsel, sanatsal, felsefi, sosyo-ekonomik yapı ve politikaları gibi din kurucusu tarafından bizzat öğretilen yönleri en doğal veya en sade haliyle ilk başından yaşanmış olmalıdır.

Bu anlayışa göre devrimci karakterdeki din kurucusu içinde yaşadığı toplumun oluşturduğu geleneksel kültten memnun değildir. Onların sevdiği büyüden ve kült formundaki davranışlardan hep uzak dururken insanlara yakınlaşarak geleceğin dinamiğini açıklamak ister. Bu yüzden kurmak istediği sistem, taze sözlerden ve derin anlamlar içeren veciz ve dinamik cümlelerden oluşur.

Böylelikle bu perspektife göre din, kurucusunun öğrettiği ve yaşadığı tam bir organik yapı olarak hem dipdiri hem de hayati bir organizma olarak karşımızda duracaktır. Bu organik haliyle din, bu hayatta tek bir unsuru bile yalın kalmadan işlemesi gereken, gelişmeci dairesel güç odağına dönüşür. Zaten dinin, kurucusu tarafından vaz edilen tüm unsurlarını birbirinden soyutlayarak bir parçasını anlamlandırmak mümkün değildir. Mesela bir din kurucusunun öğretici ve benimsettirici hayat hikayesi tamamen dinin dünya görüşünü yansıttığından onu bilmeden dini tam olarak anlamlandırmak zordur. Onun öğrettiği vahiyler, açık, berrak ve anlaşılır olup hitap ettiği toplumu entegre edici ve kötülükleri yok edici mesajlardır. Din kurucusunun yaşadığı din, anlaşılmazsa ise o dinin kendisi tam olarak anlaşılamaz.[4]

Böylece din kurucusu, her yönüyle aşkınlığın, tecrübe ettiği imanın ve aşıladığı umudun bulunduğu her yerde “kendini evinde hissederek” dinin en pratik formlarıyla halihazırda mevcut olmasını, her insanın hayatını özgürlükten taviz vermeden kendi inancına göre yaşamasını ister. Bu yönüyle onun yaşadığı örnek hayat, bireyin sivil bir insan olarak kutsallıklara şahadet ettiği aynı zamanda etkili bir yardımlaşma aracı olarak somut geçerliliğe sahip sosyal ve ekonomik şartlar altında oluşturduğu bilişsel ve sosyal öğretilerle dolu renkli bir hayattır.

Son tahlilde tarihsel fenomenolojik açıdan din kurucusunun bizzat yaşadığı mesajın insan hayatına etki etmesi açısından sonraki dönemlerdeki uygulamalarda iki türlü din anlayışı yansıyacaktır; dindarına tövbe ritüelleri yoluyla alabildiğine hürriyet alanı açan halka ve naif dindara ait resmi olmayan özgürlük dini (yani religio liberans) ve kısıtlayıcı din (yani religio religians). “Gerçek” din, insana hürriyet ve hoşgörü bahşeden özgürlük dinidir. Diğeri ise kişiye yasak koyan ve kısıtlayan ve devlet eliyle kontrolü yapılan din hükmündedir.[5]

İlahi Dinlerin Peygamberlere Yüklediği Ortak Misyonlar

Dinler Tarihi’ne göre şirke ait bir zeminde dönüştürücü bir ruhla donatılan, ıslah edici ve devrimci karakterdeki din kurucusu olarak bir peygamberin gerçek misyonu, aslında içinde doğup büyüdüğü toplumdan başlayarak politeizmi ve ona giden “tüm şartları” ortadan kaldırmaktır. Bunun için evrimci karakterdeki toplumsal politeizmin yıkılmasında veya en yumuşak haliyle onun yeniden ıslah edilip şekillenmesinde Hz. Peygamberin (S.A.V.) hayatındaki fenomenolojik yönler dikkat çekicidir. En somut haliyle kendine özgü (batıl ilahları ortadan kaldırıcı) tevhit anlayışı (radikal monoteizm) ile İslam dini, her devirde bir birey olarak Hz. Peygamberin eşsiz tecrübesine bağlı kalmayı anlatır.

Olağanüstü bir sosyo-ahlaki karizmaya sahip bir din kurucusu olarak Hz. Peygamber, aynı zamanda “yeni” getirdiği sözü bıkmadan yorulmadan çarşı pazar dolaşarak tebliğ etmiştir. O (S.A.V.) ve en yakın çevresi, aynı zamanda bu mesajın “ilk kurbanları” ve “ilk muzdaripleri” olarak öne çıkmaktadırlar. Daha önceleri de Hz. İbrahim peygamberin türlü eziyetlerden geçmesi, Hz. Musa (A.S.) ’nın hicreti, Hz. İsa Mesih (A.S.) ’in çileler dolu mücadelesi bu monoteist hayatın önemli kanıtlarıdır. Yine Hz. Peygamber, yaşadığı örnek hayatı ve icaz dolu sözleri ile öncelikle etraflarında dar bir topluluk daha sonra ise kalabalıklar meydana getirmiş, etkili maneviyat vurgusu ile iman şahadetlerini canlı tutmuş ve sonunda tüm kitlelerin hem zihinlerine hem de gönüllerine hitap etmeyi başarmıştır. Dolayısıyla Arap politeist zeminindeki bireysel devrimci ve ıslah edici monoteist tavır en gerçekçi haliyle Hz. Peygamber (S.A.V.)’in şahsında ortaya çıkmıştır.[6]

Kaynakça

Alıcı, Mustafa, Dinler Tarihinin Batılı Öncüleri, İz Yayıncılık, İstanbul 2007.

——-, Evrimci Politeizm- Devrimci Monoteizm, Rağbet Yayınları, İstanbul 2013.

Kuhn, Thomas S., The Structure of Scientific Revolution – 50th Anniversary Edition With  An Introductory Essay by Ian Hacking, Chicago University Press, Chicago- London 2021.

McKenzie, Peter, The Christians- Their Beliefs and Practises, SPCK Publishing, London 1988.

Mihelcic, Guiseppe, Una Religione di Liberta’:Raffaele Pettazzoni e La Scuola Romana di Storia de/le Religioni, Citta Nuova, Roma 2003.

Raffaele, Pettazzoni,  “Religione e cultura”, Religione e Societa ‘, ed. Mario Gandini, Bologna 1966, 169- 170.

Sankçıoğlu, Ekrem, Din Fenomenolojisi, Fakülte Kitabevi, Isparta 2002.

Van der Leeuw, Gerardus, Religion in Essence and Manifestation- A Study in Phenomenology, trans. J. E. Turner, George Allen and Unwin, London 1938.

[1] Mustafa Alıcı, Dinler Tarihinin Batılı Öncüleri, İstanbul 2007, 450.

[2]  Gerardus van der Leeuw,Religion in Essence and Manifestation- A Study in Phenomenology,

çev. J. E. Turner, London, 1938, 650-651.

[3] Peter McKenzie, The Christians- Their Beliefs and Practises, London 1988, 186-187.

[4] Ekrem Sankçıoğlu, Din Fenomenolojisi, Isparta 2002, 161- 172; Raffaele Pettazzoni, “Religione e cultura”, Religione e Societa ‘, ed. Mario Gandini, Bologna 1966, 169- 170.

[5] Guiseppe Mihelcic, Una Religione di Liberta’:Raffaele Pettazzoni e La Scuola Romana di Storia de/le Religioni, Citta Nuova, Roma 2003, 261- 266.

[6] Alıcı, 367- 385.

Daha Fazla Yükle

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çok Okunanlar