Bizimle İletişime Geçin

Edebiyat

Dünya Bir Yana

Gözbebeğiydim dünyanın. Gözbebeğimdin. Bir masalın zümrütten tahtında, dünyaya kol kanat geren merhametli kollarımın gölgesinde. Kendimi bir türlü göremediğim ince işçilikli, yasemin kokulu aynalarda. Erinden erken kalkıp atı ile düşman iline varan has hatunların diyarında. Dünya, bir yana… Alfabetik sırayla… Son… Ses… İşitilmeyen… Lamı cimi yokmuş bunun. Ye ile… İki noktalı… Yine başa… En başa… Dünyanın başına ne işler açmışım böyle? Kadıya mülk değil ya, ülkemin tek hâkimiymişim! Kalbimin…

EKLENDİ

:

Sağanak yağış… On derece… Mart ayının ilk günlerinde, baharı ve aşkı düşünürken, iktisat, işletme yorumları ve çokbilmişliği içinde dünyanın düzeni. Durmaksızın… Varım. Buna düşünmek denirse. Yine üşüyorum. Sıcacık sözlere muhtacım. Kelimeleri de stokçular biriktiriyor olmalı. Değeri paha biçilemez, ederi beş para etmez cinsinden birtakım manevralarla tüketim çılgınlığı… Her sene gelen son yılların en soğuk hava dalgası geliyor yine. Haberden habere… Muhabir üslubunu kelimelere yorgan yapmalıyım, ısıtmalıyım kibrit yakarak onları. Emanet… Dünyanın sırtımdaki yükü… Kimse sahiplenmemeli kara kışı, hevessiz ve şevksiz yaşamamalı Ebu Zer yalnızlığım, pervaneler uğruna. Savaşlar da tam yerinde ve kararında, kendi savaşımın çok çok uzağında…

Yerin kulağı var diyorlar, yağmur sularıyla yankılanıyor sesim, duyuyor musun? “Sen” diyorlar, “sahici bir gezginsin. Sahici seviyorsun. Hangi asırdan gelmesin? Sur kentinin hülyalı bakışlarında gözlerine mil çekilmiş Sakine gibisin.” Gözlerinin güzelliği Çin’de şöhret bulmuşken yanındaki adam bir kez görmemiş o güzelliği belki de. Hayata dön, eve dön. Kalbimdeyim. Senden sana dönmeyi onlar öğretti bana, eşyalar. Çok anlamlılık dersinde müfredat dışı yapraklar, çiçekler, tespihler… Hangi anlamda kullanılageldikleri dilbilimcilere metelik. Şimdi onların cezası ağır olmalıymış. “Sensizlik bir kuyuymuş onu aşamamışım.” Nasıl olur da aşılmazmış lambalar? “Muma tutuyorum parmaklarımı, yan ateşte” diyorum, yaralarıma tuz sürmüş gibi hafifliyorum. “Sanki yıldızlara tutunmuşum. Ve sanki buzdağına çarpmışım da buz nedir?” bilmiyorum. Yanmıyor tırnaklarım. Akıl devrede, o daha hiç çıkmadan dedikodu mekânlarından, nefsin dişleriyle kemiriyor bütün güzellikleri. Dağ nerede? “Yandı, bitti kül oldu.” Biter mi masallar? Ya sen? Ne zaman nerede biteceksin? Tam bir asparagas mı bu böyle? 5N1K… Araştır, soruştur, gerçeklere ulaş. Hakikat bilgisine akılla varmaya çalışanların serencamı. Kar lastiği olmadan şu kentin trafiğine dalmak gibi bir akıl tutulması. Sanrılar… Sanki sen samanyolundan kovuyorsun beni, kraliyet tahtına oturtuyor Zühre. Sen beni merakta bırakmak için ışıklarını kapatıyorsun, yüzün ay gibi parlıyor güneşle dünya arası. Tutuluyorum. Akıl tutulmasına inat. Aşka… Özel bir gündem olmuyor. Özel gündemin özel maddeleri sayfalarca sürüp dilek ve temennilerle bitmiyor. Oluyorum ben. Kabuklarım çatlıyor. Her doğum gibi her ölüm gibi ve bütün aşklar gibi. Yersiz yurtsuz. Vakitli vakitsiz.

Velfecri okuyacağım canına kargaların. Fatiha okuyorum. Avuçlarım, kalbim, al yazmam Selvi boyum hep kan. Bülbülün kanını içmek isteyen güllere de bir husumet beslememiştim hâlbuki. “Yeryüzündeki bütün kalemleri kırsam” diyorum, kale olmasalar derdime, yazmasam dünyanın rengini. Kurşungeçirmez kâğıtları gemi yapıp yüzdürsem Etna’da. Sönse… Üzülme, tesellileriyle şairlerin içtenliğiyle tomurcuk halinde göğsümde kurşun gibi taşıdığım, kar taneleri… Öyle yağıyor ki tane tane, baharı beklerken, sensiz, sessiz, susuz yazlar kadar güzel.

Şehrazat’ın masalları esir alıyor şehri. Özgürsünüz. “Siz de o kadınların yalanlarına inanıyorsunuz” diye uzaya çıkıyor ünüm, her ses uzay boşluğundaymış meğer. Öğreniyorum. Tezli. Tezsiz. Titretirmiş âşığı. Bir hikâye duyup da yıllarca inanmak belki ona, efsaneler gibi. Neymiş efendim bu kıl u kal? Aşk olmasa… Nasılsa işini profesyonel yapan bir yazıcı ne yapar ne eder de Şehrazat’ ı doğrucu bulurmuş. Müşterisi olmasa da… Kavun karpuz değil ki yazıcının azığı, koklayıp alasınız. Şamarlamalısınız biraz. Yöntem eski olabilir, gelenekle yaşamak modernizme, konformizme, feminizme, komünizme aykırı olabilir. Şamarlarınıza en çok dayanabilen tabii en iyisidir, şiirlerin. Sahibi yoksa da sizindir. Benim içimdeki şiirler hiç bitmiyor, kıtlık uğramıyor, ambargo uygulamasına maruz kalmıyor onlar. “Bunlarla karın doymaz” diyorlar, evet, edebiyat acılı, melankolik, arabesk biraz. İnsan kendi kanıyla, canıyla doymaya başlıyor inandıkça. Masallara mı? Kim inanır?

Şair-i azamdan ödünç aldım, gösteri bitmişti. Dünya, sirk alanı olmaktan çıkmıştı. Maymunların maymun olmadığı belliydi. Bir film sahnesinde olabilirdik, bir hikâye repliğinde, kahramanın önsezilerinde. Nihayetinde; “Sana durulanmış kelimeler getireceğim, ömrüme ömür katsın” diye, ömrüne armağan olsun diye. Şehzadebaşı’nda af dileyeceğim bedduasında dahi dua gizlenmiş zarif, kambur, beli bükülmüş kalplerden. Tertemiz ruhu ile toprağa yakışanlardan, sonsuzluk özlemiyle, derya içinde kara toprağa yâr olan, yâr için dünyayı zindan, gönlünü saray edinenlerden. Meskenim, gözlerin… Gözlerinin içi…

Beyhude… Çözemiyorum âlemin esrarını. Masal gemisine yolcu herkes, tufandan kaçarken doluya yakalanıyorlar. Cemreye inananlar, güneşe ve Şehrazat’a, karın sağanağı altında bahar çiçekleriyle suya gidiyor, nilüferleri uyandırmaya. “Toprak, yeni masallara gebeyken böyle dursuz duraksız dünyaya şarkılarla masallar yağsın” diye duaya çıkmış kadınlar var. Celladına âşık hepsi. Yaşamak ve yaşatmak… Gaye, amaç… Misyonsuz ve vizyonsuz nefes almanın bile güç olduğu bir dünyada, dünyaya meydan okuyanlar, insanın canına okuyanlar… Kendini okuyamayanlar… Hayatı onlar doğuracak, ölümü onlar. Şehrazat! Ah! Kimdin sen? Sevgili? Yâr? Can?

Aldandım. Şair sözüne kanmak dünyayı kendi ellerimle taş duvarlarda sallayıp büyütmekti. Dünya, benimdi. Dünya, benim neyimeydi? Kalbinde çınar yapraklarından hurmaya, zeytine;  gözlerinde çöl kumlarından güllere dek bir cennet saklıydı. Dönülmezdi. Akşamın ufkundan dönülmediği gibi senin gözlerinden de dönülmezdi.  Bir varmış bir yokmuş ile yine başlardı bir masal daha.

Gözbebeğiydim dünyanın. Gözbebeğimdin. Bir masalın zümrütten tahtında, dünyaya kol kanat geren merhametli kollarımın gölgesinde. Kendimi bir türlü göremediğim ince işçilikli, yasemin kokulu aynalarda. Erinden erken kalkıp atı ile düşman iline varan has hatunların diyarında. Dünya, bir yana… Alfabetik sırayla… Son… Ses… İşitilmeyen… Lamı cimi yokmuş bunun. Ye ile… İki noktalı… Yine başa… En başa… Dünyanın başına ne işler açmışım böyle? Kadıya mülk değil ya, ülkemin tek hâkimiymişim! Kalbimin…

En güzel şekilde Yaradan, adı güzel Muhammed’e bağışlasın… Bağışlar elbette. Hey!

Daha Fazla Yükle

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çok Okunanlar