İnsan insanoğlunun cehennemidir.
(Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü)
Yaşantılar, anlayan için aslında bir “ön hazırlık”tır. Her keder; dünyadan uzaklaşmak, sonsuz âleme küçük adımlarla yaklaşmaktır. Sahip olamadığın her şey, seni hafifleten; sahip olduklarınsa sırtında kambura dönüşen yüklerdir. Sevmenin, sevilmek anlamına gelmediğini; istenmemenin istemekten vazgeçirmediğini anladığında masalın bir yerinde ormanda karşına çıkan aynanın öbür tarafına geçmeye hazırsındır.
İnsan ettiğiyle yaşar bu dünyada. Ne yazıktır ki insan sadece başkasının kendine ettiği ve yaşadığı/yaşayacağı netice ile ilgilenir. Oysa insan en çok kendine eder, ettiklerinden acı çeker ama dönüp bakmaz ben ne yaşıyorum diye. Gözü hep etrafında; kim kime ne demiş, nasıl bir kötülük etmiş, cezasını nasıl bulmuş… Çünkü “Eğer bir cehennem varsa, burada, çoktan aramızda; her gün içinde yaşadığımız, birlikte, yan yana durarak yarattığımız cehennem.” (İtalo Calvino, Görünmez Kentler)
O yüzden bazıları için bu dünyadan göçmek, evin kapısını çarpıp çıkmak gibidir. Ardında inandığı yalanları, riyakâr insanları, her türlü günaha bulaştığı hâlde kendi günahlarını görmeyip başkasının günahlarının derdine düşen gafilleri, bu dünyada dünyalık yaşayan bencilleri, dünyanın sadece kendi etrafında döndüğünü sanan ve istediği olmadığında çocuk gibi mızıyanları, adaletten bahsedip hakkı teslim etmeyi bilmeyenleri, kendinde her sözü söyleme hakkı görüp kalp kırmayı umursamayan ve buna rağmen kendisine laf söyletmeyenleri, kalp kırıp bir de kırıldı diye karşıdakini suçlayanları, kibir abidelerini, iyilikten anlamayanları ve daha nicelerini bırakırlar.
Kim bilir bunlardan kurtulup Yaradan’a kavuşmak ne güzeldir. “İşte ben geldim ya Rabbi” deyip mahzun bir hâlde affını istemek… “Ve zamanı geldiğinde Rabbin sana kalbinden geçeni bağışlayacak ve seni hoşnut kılacak” (Duha /5) müjdesiyle beklemek… Biz ki İnşirah’ı her okuduğumuzda sırtımızdaki eziyet veren yükü ancak onun indireceğine, her zorlukla beraber bir kolaylık olduğuna iman etmedik mi ve bu yüzden ancak Rabbimizden ümit etmedik mi?
Aklıma düşüren yola da düşürürse ben de bir gün göçeceğim. Belki koşamayacağım ama yorgun yüreğimle, sızlayan yaralarımla karşısına çıkacağım. Yürürken düşüp de kanattığım dizlerimle, ürkek bakışlarımla öylece bekleyeceğim. Yalnızlığın sesini götüreceğim avucumda, bunu dinledim yıllarca diyeceğim. Sırtımdaki kamburu göstereceğim. “Sen istedin taşıdım, şikâyet etmedim ama bilmeden yakındıysam acizliğimdendir.” diye af dileyeceğim. İçimdeki fırtınaların gürültüsünü susturacağım. Ondan geleni benim sayacağım. Olur da sorarsa, defterimdeki sayfaları açacağım. Düşüncelerim gibi karışık dizilmiş cümlelerimi, kelimelerimi paylaşacağım. Anlamsız sözlerimdeki anlamı bir tek O anlayacak, biliyorum. Ne kadar çok beklediğimi görsün diye kıyıdaki boynu bükük fotoğrafımı yansıtacağım. Birden göz bebeklerim büyüyecek, hatırladıklarım yaralarımı tekrar kanatacak. Kabuk bağlamış ama sızısı geçmeyen yaralar… Biriktirdiklerim gözümden yaş olup akarken veda edemediklerimi görüp onlara el sallayacağım. Ne büyük hasretmiş, yokluğunda her şey ne kadar da manasızmış. Varlığına kucak açamadığım zamanlara inat, yokluğuna bunca sarılmışken kavuşmanın şaşkınlığını yaşayacağım. Buğulu gözlerimle tekrar tekrar bakacağım gül yüzüne, bir daha unutmamak için ve dahası unuttuğum zamanları unutmak için… Bir köşeye sokulacağım; kaçacak bir yerim kalmadığında tüm çaresizliğimle sığınmak için…
Hayat işte… Bunca yolu yürürsün, bir gün geriye dönüp bakarsın ve anlarsın dünyanın özenecek bir yer olmadığını. Sonra bir bakmışsın onca hengâmeden sonra her şey dinginleşmiş ve o her şeyin sahibi kapılarını açmış. Belki sınadıklarına karşılık, belki yenisine hazırlık. Binlerce şükür…