Soruların Rabbi’ne hamdolsun. Sorusuz cevaplar, cevapsız sorular yaratan, pıhtıya elbise giydiren, gölgeyi sahibine sadık kılan, yola eğrilik, yola doğruluk, yola istikamet veren, aşkı Hakka ve hakikate hürmetkâr kılan, ölüme hayat, hayata ölüm veren, ‘ol’ emrine de ol diyen Cenab-ı Mutlak hazretlerine selam olsun. O Şah-ı Rusûl’e mümkün’ün mührünü vurup, bilinmezi bilinene çevirerek lutfeyleyen Hâkim-i Mutlak hazretlerine hamdolsun, şükrolsun, aşkolsun.
Âlem seccadesini sermiş, niyaza durmuştu. Bir görünüp bir kayboluyordum. Ellerim sıfatlarıma değiyordu, ellerim kendinden emin değildi. Ellerim neye dokunduğunu, neye dokunacağını, neyi tuttuğunu, neyi tutacağını bilmiyordu. Çünkü bir görünüp bir kayboluyordum. Âlem seccadesini sermiş, ‘Gel’ emrinin hakikatini anlamaya çalışyordu. ‘Gel’ demenin ne demek olduğunu bilmiyordum. Gölgemin altındaydım henüz. Âleme bakarak, bir’e bir, ikiye iki, üçe üç dediğimi hatırlıyorum belli belirsiz. Bir’e bir demeyi, ikiye bir demeyi, üçe bir demeyi, dörde bir demeyi daha öğrenmemiştim. Örneğim yaratılmamıştı. Örnek de yaratılmamıştı. Örneksiz yaratılmıştım. Gölgem üstümden kaldırıldığında kendimin telaşına düştüm. O var mıydı, o yok muydu, ben kimdim, tarifim var mıydı; varsa, nereye gitmişti; O kimdi. O. Oo. Ooo. Ooooooo.
Uykum, gölgemden de ağırdı. Uyandım nitekim. Haşa, ben kimdim ki uyanayım, uyandırıldım.
Uzat elini sana bir soru vereyim. Önce soruyu öğren. Sorudan önceki soru neydi peki; sorma. Önceki soruyu bilmem. Önceyi de bilmem.
Tek bildiğim şudur:
…………………………………
Bak, onu da bilemedim.
Erdal Çakır
17.10.2022