1. Anasayfa
  2. Söyleşi

Mustafa Kara Hocamız ile Babalar ve Oğullar… (2) “Babam, son nefesine kadar hem okudu hem okuttu…”

Mustafa Kara Hocamız ile Babalar ve Oğullar… (2) “Babam, son nefesine kadar hem okudu hem okuttu…”
0

Mustafa Kara ile Babalar ve Oğullar

“Babam, son nefesine kadar hem okudu hem okuttu…”

Mehmet Nezir Gül

 

Kıymetli hocam, muhterem pederiniz, hafız, Kutuz Hoca namlı Mehmet Kara emekli olduktan sonra daha farklı bir iletişim, görüşme, buluşma süreçlerine girmiş oldunuz. Ama buraya geçmeden önce diğer kardeşlerinizi de sorayım. Siz hafız oldunuz, diğer kardeşiniz İsmail Kara ve Hüseyin Kara da hafız oldular mı?

– Tabii tabii. Onlar da hafız oldular. Merhum peder üçümüzü de hafız yaptı ve şart koştu. Meslektaş olma şartını koştu. Dolayısıyla biz de ondan sonra imam hatipe gittik. İmam hatipten sonra da Yüksek İslam Enstitüsü’nde okuduk. Üçümüz de Yüksek İslam mezunuyuz. Bu arada İsmail Kara bir şey daha yaptı. O edebiyat fakültesinde, tarih bölümünde de okudu. O noktada peder bana sordu, direkt İsmail’e bir şey demedi. Dedi ki: “Bu ne yapıyor?” Çünkü onun şartnamesinde yoktu öyle bir şey. Ben de pedere garanti verdim. Dedim ki: “Güzel bir iş yapıyor, tarih okuyor ama o şart yerine gelecek, din alanında hizmet etmeye devam edecek.” Yani öğretmen olma şartı, bu sahada çalışma şartı. İlla Diyanette çalışmamızı istemiyordu tabi. Din eğitimi öğretimi olması yeterliydi. Neticede meslektaşız. Dolayısıyla İsmail o sıralar bir Fransız Ortaokulu’nda din dersi öğretmenliği yapıyordu zaten tarih okurken. O anlamda pederin şartı yerine geldi. Üçümüz de meslektaş olduk…

– Diğer kardeşinizin meşguliyeti neydi hocam?

– O da emekli öğretmen.

Anlaşıldı. Sonrasında siz Bursa’da, İsmail Hocam İstanbul’da, Hüseyin Hocam Ankara’da devam ettiniz. Sonra yani artık hocamızın bir nevi ilerleyen yaşında, yaşlılık döneminde baba evlat ilişkileri noktasında nasıl bir süreç sürdü hocam? Tabi ki daha sağlıklı veya sıhhatli iken geliş gidişler, sizde ikametleri nasıl oldu. Malum, anne baba yaşlanınca evlatlar bir endişeye kapılıyor. Kimisinde bir duyarsızlık ve umarsızlık, kimisinde de tatlı bir endişe. “Onları incitmeden nasıl hizmet edebilirim?” şeklinde bir düşünce… Bu anlamda yaşadıklarınızdan hareketle neler aktarırsınız Hocam?

– Güzel günlerimiz oldu. 1977’de emekli olduğunda peder aslında pek sıhhatli bir kişi değildi. Yani gençliğinden itibaren hassas bir dengesi vardı sağlık açısından. Ben onu bildim bileli öyleydi.

– Zor ve ağır şartlarda çalıştığı için mi acaba?

– Bünyede zafiyet vardı, mide problemi, mide ülseri vardı. Ameliyat olmadı ama onun ömür boyu perhizini sürdürdü. Mesela ben babamın bir defa olsun böyle çeşmeyi açıp kana kana su içtiğini görmedim. Soğuk su içtiğini hiç görmedim. Mesela mısır ekmeği yediğini bilmiyorum. Mısır ekmeği dokunuyordu. Hâlbuki bizim orada herkes mısır ekmeği yer. Dolayısıyla yani peder ömrünü çok hassas bir dengede sürdürdü. Böyle bir hayatı vardı. Meşhurdur, öyle şemsiyesiz çıkılmazdı mesela. Hafif bir rüzgâr bile dengesini bozuyordu. Buna rağmen hamdolsun emekli oluncaya kadar sürdürdü ve ayrıldı. Emeklilik yaş haddini beklemeden, sağlığı devam ettiği müddetçe Kur’an kursunda da hep çocuk okutmaya devam etti. Vefat edinceye kadar okumaya, okutmaya, camide imamlığa devam etti sıhhati elverdikçe…

Aldığı emekli maaşı içine sinmiyor. Birilerini okutmuyorsa rahatsız oluyordu. Dolayısıyla emekli olduktan sonra mahalle camiinde bulundu.

Emekli olduktan sonra şöyle bir gelenek oluştu. 1977’den 2000’li yıllara kadar kış aylarında bizde duruyor, yazın köye gidiyordu. Tam bu mevsimde, baharda köye gidiyor kasım ayında annemle birlikte dönüyorlardı. Biz de yazın köye gidiyoruz. Dolayısıyla mesela Hüseyin kardeşim Antalya’da öğretmendi. Orayı çok sevdi ve 10 yıl orada kaldı. Çünkü hava sıcak, peder için sıcak hava çok mühimdi. Dolayısıyla babam Antalya’ya daha çok gitti. 80-90 yılları arası bize geldi, İsmail’e gitti. Dolayısıyla böyle gezdi.

Yani evlatları ile irtibatı o dönemde hep devam etti.

– Çok güzel oldu elhamdülillah. Torunlar açısından da bu çok güzel oldu. Torunlar hatıralarla yaşıyorlar. Çok güzel oluyor yani benim de hoşuma gidiyor. Şimdi bizim çocuklar, dedesi ile ilgili hatıralarını bizim kendi şivemizle naklediyorlar. O daha tatlı bir şey tabii. Babaannemizle ilgili hatıralar hakeza. Biz de o zaman çoluk çocuk yazın köye gidiyoruz, ailece gidiyorsunuz, memleketi görüyorlar. Bunlar çok dikkat edilmesi, yerine getirilmesi gereken vecibeler.

Annemin orada ineği vardı, yazın inek alıyordu. Dolayısıyla bizim bütün çocuklar ki şimdi hepsi 35-40 yaşlarında. Onlar orada inek nasıl sağılır, süt nasıl mayalanır, yayık nasıl vurulur onları da görüyorlardı. Çok tatlı bir dönem geçiriyoruz 2000’lere kadar. 2000’lerden sonra pederde Alzheimer tecellileri başlıyor hafiften ama devam ediyoruz. Aynı yine buraya diyelim 3 ay, İsmail’de üç ay, 3 ay Hüseyin’e gidiyor, yazın köyde buluşuyoruz…

Babam yazın da boş durmuyordu. Orada yazın yine talebeler okutuyor, bulunduğu her yer hemen kurs hâline geliyordu. Yani yaşlılarla, kimi bulsa onlarla uğraşıyor, ders veriyordu. 65 yaşından sonra Kur’an öğrettikleri var. Köyde öyle o aşkla devam ediyor. Sağlığı yerindeyse zaten caminin imamı odur. İmam onu geçiriyordu…

Bursa Kaplıkaya’da kaldığımız dönemde dört vakit namaz kıldırdı. O zaman Kaplıkaya’da, sitede cami yok. Bizim apartmanların birinin bodrum katı mescid olarak kullanılıyor. Böyle geniş bir yer. Peder dört vakit ezan okudu ve namaz kıldırdı. Orada sabah namazına gidemiyordu hava serin olduğu için yani kış mevsimlerinde. Ama üç ay, dört vakit ezan okuyor. Hoparlör çatıda, evin çatısında ve bodrumda namaz kıldırıyor. Öyle bir dönem bizim için de tabii ki mutluluk verici bir dönemdi.

2011’de babam vefat etti. 2000- 2010 arası, pederin hafif sağlık sorunları yaşadığı dönemdi. Ama çok problemli değildi. Evde duruyor, konuşuyor, latife yapıyor, takılıyor sağa sola. Bazen unutkanlık oluyor, o bilinen bir şey. Ama 2010-11’e kadar bu böyle devam etti. Tabii yaşlılığın başka hastalıkları da oldu. Biz, torunlar ve hanım üzerimize düşen vazifeyi sürdürdük. Annem iyiydi, annem de sağlık problemi olmadı ama yaşlılığın tecellileri var. Peder 94 yaşında vefat etti.

– Allah rahmet eylesin, bereketli bir ömür olmuş.

– Gerçekten bereketli bir ömür oldu. Biz 3 erkek, 2 kız, 5 kardeşiz. Dolayısıyla hepimizden 16-17 torun var. Onlarla haşır neşir olduk. Ve en son da Mudanya’da beraberdik. Bir gün evde düştü ve kalça kemiği kırıldı maalesef. İşte o yaştan sonra da kemik tutmadı. Ondan sonra Hüseyinlerde, bir müddet burada sonra hastanelerde kaldık. Hüseyin onu Ankara’ya götürdü ve orada vefat etti ama onu köye götürdük.

Köy deyince de rahmetli Hasan Çelebi’yi analım. Köyde defnettik. Sonra annemi de oraya götürdük 5 yıl sonra. Definden sonra Hasan Çelebi’den bir mezar taşı kitabesi istirham ettik. Sağ olsun yazdı. Şu anda pederin öyle veya böyle bir mezar taşı var…

– İsmail Hocanın hazırladığı Kutuz Hoca’nın Hatıraları kitabıyla Türkiye’nin tanıdığı bir hoca oldu. İsim nereden geliyor?

– Bizim orada kısa boylulara “kutuz” deniyor.

Antep tarafında da “kutuk” denir, bir benzerlik varmış.

– Çünkü meşhur bir komutan var. Onun adı da Kutuz. Dedem kısa boyluymuş. Dedemin lakabı o aslında. Dolayısıyla şimdi aile lakabımız kutuz. Mesela saçını bir numaraya vuranlara kısa saçlı anlamında kutuz derler, yani saçı çok kısa.

– Peki hocam Allah rahmet eylesin hem valideye hem hocamıza. Onların hayatları da hakikaten hasbilik anlamında, vakıf insan olmaları açısından önemli.

– O manada gerçekten biz hocanın ayağına gidemeyiz. Evet, merhum Kutuz Hoca, para pulla ilişkisini o kadar güzel bir noktada tutmuş ki…

– Aslında peygamberlerin de yolu bu değil mi hocam? Ben sizden bir ücret istemiyorum diyor, anlatıyor, Allah’ın dinini öğretiyor. Defalarca tekrarlanıyor zikredilen bu konu. Hocam Allah sıhhat, afiyet, hayırlı uzun ömürler versin, artık siz de dede oldunuz tabi.

– Dededen öte büyük torunum anne oldu. Elhamdülillah.

– Elhamdülillah. Şimdi sizin bu aşamada torunlarla, çocuklarla diyaloğunuz nasıl? Ama onlara geçmeden önce sizin bir de bir engelli yavrunuz vardı. Onu anlattığınız bir kitabınız da var. Engelli bir evlada sahip olan anne babaların sorumlulukları veya onlara yönelik verilecek mesajlar, onların göz önünde bulundurması gereken hususlar. Böyle bir durumu yaşamayan insanlara söyleyecekleriniz neler olabilir?

– Ne söylenebilir? Biz o imtihanı ne kadar verebildik onu bilmiyorum. Şüphesiz o imtihanda hanımın daha başarılı olduğunu söyleyebilirim. Büyük yükü çeken o oldu. Büyük puanlar onun yani. Onu baştan söyleyelim. Anne bu çünkü anne… Şakası yok yani. O yavrumuz 1977 doğumludur. Bursa’ya geldiğimiz sene doğdu. Büyük kızım 74 doğumludur. O iki numaraydı. 13 sene yaşadı, doğduğunda öyle bir şey bilmiyorduk. Normal büyüdü. Ve bir gün hastaneye gitmiştik. Tabi o günü unutamam. Tıp fakültesi hastanesine gittik, bir çocuk mütehassısına, doktor kadındı. Adını biliyordum ama şu anda unuttum. Neyse tahliller vs. yapıldı ve ilk defa o çocuğumuzun normal olmayacağını söyledi. Ben de bunu ilk defa duyuyorum tabii. Ne diyebilirsin ki? O anda terlediğimi hatırlıyorum… (Mustafa Kara Hoca, çocuğunu anlatırken hayli duygulandı, gözyaşlarını tutamadı.)

– İmtihan yeni bir imtihan süreci başlamış oldu.

– Evet, yeni bir imtihan süreci… Fakat Allah her şeyin kolaylığını da verir derler ya. Allah’ın insana verdiği bence en büyük lütuflardan biri de bu tip dertlere alışabilmesidir. Bu da bir nimet. Yani bu da bir lütuf. Dolayısıyla bizim, 77-89 arası o yavrumuzla birlikte geçti. Gündüz ben buraya, fakülteye gelip gidiyorum. Geceleri tabi ki ben nöbeti alıyorum hanımdan ama dediğim gibi o konuda altın madalya hanımın. Çünkü onun bakımı 24 saat.

Tabii çok değişik hastalıklar var. Ama bizim yavrumuz Ömer Faruk hiç oturmadı, hep yattı böyle… Ses yok, sada yok… Bazen ağlardı o kadar. Onun dışında hep oturan, çocuk arabasında oturan, gece yatağında bazen uyuyan, bazen uyuyamayan böyle bir çocuktu o… Tabii ki bu bir imtihan ama imtihanı ne kadar başardık onu bilmiyorum. Ama herhalde tekrar etmem gerekirse Allah o derdi veriyor ama o derde de alışmayı da lütfediyor. Yani o dertle birlikte artık hayatınız devam ediyor.

– O zaman akademisyensiniz aktif olarak. Akademik çalışmalarınızı nasıl etkiliyor?

– Orada da Allah lütfetti, lütfediyor… Şimdi geriye dönüp baktığımda aslında o yıllarda da birçok çalışma yapıyorum. Aynı zamanda burada gündüz dersimiz var, gece ise evde bir nöbetimiz var. Ama üretmeye, okumaya, yazmaya da devam ediyorum.

– Tekke ve Zaviyeler kitabınızı o dönemde mi yazdınız?

– Yok. Tekkeler ve Zaviyeler daha eski. Talebe iken onları kopardım. Yani Tekke ve Zaviyeler’in birinci baskısı 77’dir. Yani asistan olduğum zaman kitap basıldı. 77’den sonraki çalışmalarım hep o döneme rastlıyor. Tabii ona da işte Allah’ın lütfu diyoruz ya… Yani Allah öyle bir zaman yaratıyor herhalde, bir imkân yaratıyor. Dolayısıyla o yıllarda yazma çizme işleri devam ediyor. İşte dediğiniz gibi doktora tezi hazırlıyoruz. Hem ders hem tez hem de evdeki işler, dolayısıyla bunlar da yürüyor. Yani hayatın seyri içinde yürüyor. Onlar da Allah’ın lütfu.

– Hocam yavaş yavaş toparlayalım. Evet, bugün modern hayat bizi öyle meşgul ediyor ki, çocuklar meşgul, anne meşgul, baba meşgul, herkes böyle bir meşguliyet içerisinde. Hayat hızlı yaşanıyor. Öyle ki bazen hani Kemal Sayar, Yavaşla diye bir kitap yazdı ya hayatı şöyle biraz yavaşlatalım, her şeyi yavaşlatalım diye düşünüyoruz. Bu süreç içerisinde işte anneler, babalar, dedeler, nineler, torunlar, bir araya gelişler sizin yaşadığınız dönemlerdeki belki bizim de kısmen yaşadığımız dönemlerde çok farklıydı. Şu an artık ona çok imkân bulamıyoruz. Aile fertleri arasında arzu edilen sıcak ilişkiler yok. Herkes aynı ortamda olsa bile hocam yani ev ortamında olsa bile birlikte yemek yeme olayı azaldı. Yani farklı zamanlarda gidişler, gelişler var. Yemeği beraber yesek bile çayı ayrı içiyoruz. Çayı beraber içsek herkes kendi odasına çekiliyor. İşte dijital dünyaya kapanarak bir özel dünya, özel bir âlem oluşturuyor kendince. Aynı odadaki kardeşinden veya annesinden babasından irtibatını koparıyor. Bunu önlemek için bize öneriniz nedir hocam? Anne ne yapmalı, baba ne yapmalı? Veya çocuklar? Aile ilişkilerimizde olması gereken iş birliğini, muhabbeti ve sıcaklığı oluşturmak için bize tavsiyeleriniz nelerdir?

– Hepimizin derdi bu, büyük bir dert hakikaten. Bu sene aile yılı ilan edildi. Gerçekten bu aile yılında ne yapmamız lazım, neler yapmamız lazım? Bu konuları oturup çok soğukkanlı bir şekilde konuşmalıyız. Bu çocuklar hakikaten elimizden uçup gidiyor, avucumuzdan uçup gidiyor mu? Modern aletlerle çocuklarımız o kadar sıkı fıkı hâle geldi ki alamıyorsunuz, ayıramıyorsunuz, koparamıyorsunuz. 2-3 yaşındaki çocukları bu aletten uzak tutamıyorsunuz. Çok tuhaf bir çark şimdi bu. “Umumi belva” derdi eskiler. Bazen fetva verirken de umumi belva derlerdi, fetva verirlerdi aslında. Diyelim ki o kötü bir iş, mekruh bir iş ama umumi belva faslından eyvallah derlerdi. Şimdi bu umumi belva, bunlar modern aletler. Bunlarla ilgili ne yapacağız? Tabii bunun çok basit bir formülü yok. Yani gerçekten hepimiz müştekiyiz ama ortak bir çare bulmuş değiliz.

– Sihirli bir çözüm de yok. Sihirli bir şekilde dokunup hemen halledecek bir şey…

– Kesinlikle yok. O zaman ne yapacağız? Sihirli formülü olmadığı kesin. Ne yapacağız? Herhalde ana babalar daha sakin bir şekilde bu olaya bakacak. Daha sakin. Kızarak, bağırarak, çağırarak değil. Böyle olacak bir iş değil. Dolayısıyla anne babalar da kendisi aslında bağımlılıktan kurtulmalı öncelikle. Şimdi işin objektif tarafı bu. Şimdi çocuğunun bağımlı oluşundan dert yanıyor anne baba. Ama bakıyorum ki ana baba da bir başka şeye bağımlı. Yani dolayısıyla bu tam bir umumi belva, yani umumi bir afet, umumi bir dert bu. Bu dert nasıl çözülür? İki şey yapılabilir. Kendi hâline bırakmak. Bunu yapamayız. Mümkün değil yani ümitsiz olmak… Bir başka ifadeyle bendeniz diyorum ki ümitsiz olamayız. Çünkü ümitsizliğin getirisi yüzde sıfır. Dolayısıyla o kapı kapalı. Ümitsizlik kapısı kapalı.

O zaman öbür kapıyı açacağız. Umut kapısını açacağız. Besmeleyle açacağız. Yavaş yavaş açacağız. Efendim diyorlar ki çocuklarınızla vakit geçireceksiniz. Tamam. Bu ne kadar? En üst limitini kullanmak lazım. Yani bu işin ehli, ustaları, yani ustaları dediklerim de inşallah onlar da başka bir şeyin bağımlısı değil. Bir de o var tabii. Ama yine de bu işin üzerine eğilen insanlar var. Ben onlardan değilim. Yani özellikle bu konuya odaklanmış ve bir çare bulmuş biri değilim. Ama o tip insanların önerilerini dinlemek lazım. Yani yavrumuz bunlar, bizim yavrularımız ve bunlar melek, melek. Aslında biz bir melek ile muhatap oluyoruz. Anne baba olmanın en büyük lütfu bu. Ama dijital dünyada adeta şeytani bir şey de onlara musallat oluyor bu arada.

Yani bir melek ama o meleğe bir başka kötü bir şey musallat oluyor. Biz onu nasıl koruyacağız? Yani bu melekleri nasıl koruyacağız? Kesinlikle onları bir muhalif gibi düşünmeden ne yapabiliriz? Bir defa çok sakin, sabırlı olmalı ve zamanımızı onlara ayırabilecek bir yol arayıp bulmamız gerekiyor. Dolayısıyla besmelemiz bu, bu olmalı. Neticede bu meleği dediğiniz gibi birileri elimizden almak istiyor. Birileri kendi emelleri için kullanmak istiyor. Bunu engellemeliyiz, uzmanların tecrübelerine de bakarak, dikkat ederek ama yavaş yavaş. Gayet tabii.

– Yavaş yavaş, bu çok önemli.

– Sabır, sabır, sabır demek. Yavaş ol demek, yavaş olmak demek. Sabır, bu çağın ilacı. Hani bu çağ hız çağı diyorlar ya, bir moda var, işte bu modaya kafa tutabilecek bir yolla, sabırla yürümek lazım. Ne kadar başarılı oluruz? Bize düşen tabii yapabildiğimiz kadarıyla. Yapabildiğimiz kadar.

– Hocam çok teşekkür ediyoruz. Bize zaman ayırdınız, okuyucularımızı bilgilendirdiniz, sağ olun, Allah razı olsun.

1965 yılında Gaziantep’te doğdu. Nizip İmam-Hatip Lisesini 1983’te bitirdi. Aynı yıl Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesine girdi ve 1987’de mezun oldu. Hatay-Dörtyol, Erzurum-Köprüköy ve Nizip Anadolu İHL’de öğretmenlik ve idarecilik yaptı. Eğitim yönetimi, din öğretimi, öğretmen yetiştirme gibi alanlarda, MEB Şurası’nda özel ihtisas komisyonu üyesi olarak çalışmalarda bulundu. Hâlen Millî Eğitim Bakanlığında çalışmaktadır. Gül; öğrencilik yıllarından itibaren yazı çalışmalarında bulundu. Diyanet Çocuk, Yeni Dünya, Genç Doku, Anadolu Gençlik, İlk Adım ve Turuncu dergilerinde, Akit, Millî Gazete ve Milat gazetelerinde pek çok yazı, makale yazdı ve röportajları yayımlandı. Yazı çalışmalarının yanı sıra, sosyal etkinliklerde de yer aldı. Türkiye Yazarlar Birliği Gaziantep Şubesinin kuruluşunda yer aldı. MGV, İHH, Türkiye Yazarlar Birliği, Eğitim-Bir-Sen, Cihannüma gibi dernek ve vakıflarda, üye ve yönetici olarak görev aldı. Yurt içi ve yurt dışında “Peygamber Efendimiz, Aile Eğitimi, Mehmed Akif, Gençlik Meseleleri, İmam Hatip Nesli” gibi konularda pek çok konferans ve seminerler verdi. Evli; üç çocuk babasıdır. Yayımlanmış çalışmaları: Tüm Zamanların Efendisi - 100 Soruda Hz. Muhammed, Elips Kitap. Esmâü’n-Nebi - Peygamberimizin İsim ve Sıfatları, Nesil Yayınları. Cemil Dede Namaz Surelerini Anlatıyor (Resimli, Ortaokul Öğrencileri İçin), Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları. Cemil Dede Namaz Dualarını Anlatıyor (Resimli, Ortaokul Öğrencileri İçin), Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları. İslam’ı Aşkla Yaşayanlar, Elips Kitap En Yüce İnsan, Elips Kitap. Duruşunu Bozmayan Adam - Mehmet Akif Ersoy, Elips Kitap. Yusuf - Bitmeyen Sevdanın Romanı, MGV Yayınları. Bana Sana Ona Dair Öyküler, MGV Yayınları. Latîfeler-Hikmetler, Mevsimler Kitap; O’nun İzinde, Mevsimler Kitap Fâtıma –bir genç kızın kalbi- MGV Yay.

Yazarın Profili

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir