1. Anasayfa
  2. Gezi Yazısı

Ata Yurdumuz Özbekistan’da Kısa Bir Cevelân (14-18 Nisan 2025)

Ata Yurdumuz Özbekistan’da Kısa Bir Cevelân (14-18 Nisan 2025)
0

Birçoğumuzun ecdadı, Anadolu’ya Horasan veya Mâverâünnehir diye bilinen, şimdilerde Orta Asya veya Türkî Cumhuriyetler denilen coğrafyadan geldiği için o bölgeleri biz, hep “Ata Yurdu” olarak biliriz. Binlerce yıllık tarihi geçmişi olan bu bölge, bizim sadece soyumuzu-sopumuzu değil, dilimizi, töremizi şekillendirdiği gibi, dinimizi, mezhebimizi, meşrebimizi de belirlemiştir.

İslamlaşma sonrası Mâverâünnehir bölgesi birkaç asır içerisinde neredeyse bütün ilim dallarında Müslümanların medar-i iftiharı olacak zirve alimleri yetiştirmiştir. Bu durum sadece İslami ilimlerde değil, tıp, astronomi, matematik, felsefe vb. ilimlerde de böyledir. Özellikle Özbekistan coğrafyası, bütün ilimlerde İslam ümmetine önderlik yapmış nice büyük alimlerin vatanı olmuştur. Akaid’de İmam Maturidî, Fıkıh’ta Şâşî el-Kaffâl, Mergınânî; Hadiste İmam Buhârî, İmam es-Semerkandî (Dârimî), İmam Tirmizî, Tasavvufta Hakîm-i Tirmizî, Şah-ı Nakşibendî, Ubeydullah Ahrâr hazretleri, Tefsirde Nesefî, Zemahşerî vb. isimler hemen ilk akla gelenlerdir. Diğer ilimlerde de Ali Kuşçu, İbn Sina, Harezmî gibi alimleri hatırlatmamız yeterli olacaktır. Yıllardır kitaplardan okuyarak öğrendiğimiz bilgilerden sonra bizzat orayı görmemin ardından daha kesin bir şekilde söyleyebilirim ki Özbekistan, İslamlaşma sonrası bu coğrafyanın en etkili ilim ve kültür merkezi, sanat ve medeniyet havzası olmuştur. Tataristan, Kazakistan, Kırgızistan vb. ülkelerden talebeler hep Buhara ve Semerkant’a gelmişler ve ilmi buralardan tahsil ederek memleketlerine dönmüşlerdir.

Özbekistan’ı ve bu coğrafyayı değerlendirirken bu bölgelerin, bir asra yakın Rus Çarlığı’nın, 70 yıldan fazla İslam’a ve Müslümanlara karşı koyan Sovyet rejiminin işgaline maruz kaldığını göz önünde bulundurmak gerekir. Rusların bu bölgelere hâkim olmasından sonra uzun yıllar uyguladıkları şiddetli baskı politikaları sebebiyle ilim ve ulema yok olmaya, yöre halkı dilini de dinini de unutmaya başlamıştır. 1917’deki Bolşevik İhtilali sonrasında dinî ilimler gizli saklı devam etmiş, dindarlık daha çok tarikatlar aracılığıyla var olma mücadelesi vermiştir. Sovyetler Birliği’nin 26 Aralık 1991 tarihinde dağılmasından sonra ise bölge halkları yeniden özlerine, öz kültürlerine, dillerine, dinlerine dönmeye gayret etmişlerdir. 35 yıl boyunca bölge halklarının geçmişi telafi etmeye dönük gayretleri ve bu uğurda kat ettikleri mesafe oldukça ümit vericidir. Bilhassa Özbekistan’ın mevcut Cumhurbaşkanı sayın Şevket Mirziyoyev’in bu alanda halkın taleplerini dikkate alarak ortaya koyduğu açılımlar ve projeler son derece önem arz etmektedir. Allah’tan kendisine uzun ömür ve bereketli icraatlar yapmasını, Özbek kardeşlerimizin ata miraslarını bir an evvel ihya etmelerini dileriz.

Tarih boyunca yaşadığı savaşlar, işgaller, depremler ve devrimlerde binlerce cami, medrese, han, çarşı vb. yıkılıp yok olmasına rağmen, sadece son zamanlarda restore edilerek bugün ziyarete ve hizmete açılan yüzlerce mimari eser bile söz konusu kültür ve medeniyet mirasının ne denli büyük ve zengin olduğunu göstermeye yeterlidir. Belki de bu ziyarette bizi ilk şaşırtan şey, Taşkent, Semerkant ve Buhara gibi tarihi şehirlerde harap olmuş, yerle yeksan olmuş pek çok mabedi, medreseyi ve türbeyi asıllarına uygun bir şekilde restore eden kişinin İslam Kerimov olmasıdır. Türkiye’den bakılınca hakkında genellikle olumsuz kanaat serdedilen Kerimov’un ikinci bir önemli icraatı da başta FETÖ olmak üzere Hizbu’t-Tahrîr vb. yapılanmalara Özbekistan’da fırsat vermemesi, onlara hayat hakkı tanımamasıdır.

İşte böylesi bereketli bir coğrafya olan Özbekistan’a bir sempozyum vesilesi ile üçüncü seferi yapmak nasip olunca belki okuyucuları o bölgeye teşvik etmiş oluruz niyetiyle bu kısa geziyi ve orası ile ilgili intibalarımı yazmak istedim. Bazı tespitlerde yanılma payım olabilirse de neticede bu benim kişisel gözlem ve intibaımızı yansıtacaktır.

Öncelikle Özbekler Müslüman ve dindar bir halktır. İtikatta Mâturîdî, fıkıhta Hanefî, tasavvufta ise Nakşî’dirler. İbadete düşkün, sünnete ve dini geleneklerine bağlıdırlar. Ramazan aylarında tüm camilerde teravihler hatimle kılınmakta ve gençler tüm camileri doldurmaktadır. Taşkent’te ikindi namazını, sanat ve mimarisi itibariyle çok nefis, yeni yapılmış büyük bir yapı olan Minör Cami’inde kıldığımızda cemaatin tam 8 saf Özbek gençlerden oluştuğunu gördüğümüzde hem şaşırdık hem de gıpta ettik. Önce caminin yakınlarında öğrenci yurdu var diye düşündük ama böyle bir şeyin olmadığını öğrendik. Sempozyumda bir bildiri de sunan caminin imamı Şeyh Rahmetullah Tirmizî’ye bunu nasıl başardıklarını sorduğumuzda bana Özbek halkının dinine bağlı olduğunu ifade etti.

Dini eğitim alanında kurumsal imkanlar bizdeki gibi fazla sayıda olmayıp sınırlıdır. 1999 yılında İslam Kerimov’a karşı girişilen suikast ve darbe girişimlerinin ardında FETÖ ve diğer bazı dini çevrelerin yer alması, devletin bu yönde daha temkinli yürümesine sebep olmuştur. Sınırlı sayıda hoca ve talebe ile asırlardır klasik dini eğitim veren Taşkent’te Kokaldaş Medresesi, Buhara’da Mir Arab Medresesi gibi birkaç tarihi medresenin yanı sıra; Özbekistan’ın 1991 yılında bağımsızlığını kazanmasının ardından çoğu son birkaç yıl içerisinde Cumhurbaşkanı sayın Şevket Mirziyoyev tarafından açılan Taşkent’te İslam Enstitüsü, Uluslararası İslam Akademisi, Maturîdî Araştırmalar Merkezi, Semerkant’ta Buhârî Araştırmalar Merkezi, Tirmizî Araştırmalar Merkezi, 5 adet dört yıllık Hadis İlmi Mektebi, birkaç tane sadece kızlara yönelik medrese bulunmakta, şu günlerde bunlara İmam Dârimî, İmam Merginânî Araştırma Merkezleri vb. yenileri eklenmektedir. Ayrıca çeşitli üniversitelerdeki bazı bölümlerde de bazı dersler üzerinden kısmen dini eğitim verilmekteyse de bütün bunlar mevcut potansiyele cevap vermemektedir. Bu dini eğitim verilen kurumların açılması oldukça önemli olmakla birlikte, dindar Özbek halkının taleplerine yeterli gelmemektedir. Bu nedenledir ki, ülkesinde fırsat bulamayan binlerce Özbek öğrenci, başta Türkiye-İstanbul olmak üzere Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan vb. farklı ülkelerde klasik veya modern dini eğitim almaktadır. Özbekistan’ın fazla zaman kaybetmeden iddialı bir akademik kadro ile Uluslararası İslam Üniversitesi kurması, buna bağlı olarak büyük şehirlerde İlahiyat Fakülteleri açması, ayrıca bu fakülteleri besleyecek İslam Kolejleri veya bizdeki gibi İmam-Hatip Liseleri açması çok yerinde olacaktır. Böyle bir açılım ve atılım, Özbekistan’ı bu alanda daha da öne çıkartacak, tüm Orta Asya’nın taleplerine cevap verecek, tarihte olduğu gibi bugün ve gelecekte de bu ülkeyi tekrar ilim havzası haline getirecektir.

Son yıllarda dini neşriyatta gözle görünür bir gelişme görülmektedir. Yukarıdaki kurumlarda yetişen araştırmacılar ve az sayıdaki Özbek ilim ehli tarafından Özbek dilinde birçok telif ve tercüme eser yayınlanmıştır. Bu çeviriler içerisinde Türkçe’den de bazı eserler yer almaktadır. Son dönemlerde merhum müftü Muhammed Yusuf, eserleriyle en fazla tanınan, sevilen sayılan bir alimdir. Günümüzde çeşitli eserler telif ve tercüme eden yazarlar var ise de yurtdışında yaşayan bazı ilim ehli dışında bilinen başka alim ve alime maalesef bulunmamaktadır. İnşallah birkaç on yıl içerisinde yetişecektir.

Özbekistan bugün oldukça güvenilir bir ülke durumundadır. Diğer bazı bölge ülkelerinin hilafına akşamları, geceleri şehirlerde rahatlıkla dolaşılabilmektedir. Bundan on-on beş yıl önce Özbekistan’a gidenler, hep kendilerinin birileri tarafından takip edildiklerini anlatırlardı. Bugün böyle bir durum asla söz konusu olmadığı gibi hırsızlık ve arsızlık gibi durumlar da söz konusu değildir. Son derece sakin olan Özbek halkı turistlere karşı ilgili ve saygılıdır. Ziyaret mekanlarında şımarık ve sırnaşık bir esnaf olmadığı gibi, insanları rahatsız eden dilenciler de yoktur. Yine son yıllarda bizde toplumsal bir krize neden olan sokaklarda başıboş dolaşan köpek-kedi de görülmemektedir.

Özbekistan devletinin, inanç turizmini oldukça önemsediği gözlemlenmiştir. Ziyaret mekanlarında yapılan çevre düzenlemeleri, parklar, civarda bulunan oteller, Siyop Pazarı ile Registan arasında turistleri ücretsiz taşıyan 8-10 kişilik akülü arabalar, Semerkant’ta İmam Buhârî kabrinin ve çevresinin çok ciddi anlamda genişletilmesi, Taşkent’te çok büyük bir proje olan Sivilizasyon (Medeniyet) Merkezi’nin tamamlanmak üzere olması bunu göstermektedir. Ziyaret mekanlarında karşılaştığımız Türkiye’den, Almanya’dan, İngiltere’den gelen Türk ve Müslüman birçok grup, farklı ülkelerden gelen gayrimüslim gruplar, bu ülkede ciddi bir turizmin olduğunu ortaya koymaktadır. Devlet de bu durumu daha da geliştirmeye çalışmaktadır. Hemen her yıl pek çok sempozyum vb. ilmi ve kültürel etkinliklerin yapılması da bu çerçevede değerlendirilmektedir.

Çevre temizliği, çevre düzenlemesi, caddelerin genişliği, yeşil alanlar, parklar, bahçeler açısından bizden daha ileri düzeydeler. Nisan ayında olduğumuz içindir ki başta başkent Taşkent olmak üzere, Semerkant ve Buhara hem tarihi dokusuyla hem de yemyeşil doğasıyla inanılmaz güzellikler sergilemektedir. Bu üç şehre yaptığımız yolculuklarda da gördüğümüz üzere ülke ziraat ve meyvecilikte de çok iyi durumdadır. Arazi genelde düz ovalardan ibarettir ve toprak son derece bereketlidir. Muhtemelen halen doğal üretim yaptıkları için meyve ve sebzeler olsun, yenilen etler olsun son derece lezzetlidir. Ülkenin iç kısmının bir kısmı çöl ve kıraç, bir kısmı dağlık ise de yerli meyve-sebze üretimi kendilerine yettiği gibi yurt dışına da ihraç edilmektedir.

Şehirlerarasındaki karayolları maalesef yetersiz ve çok bozuk durumdadır. Bunun sebebinin, Mayıs’tan itibaren başlayan çok sıcaklar ile kışın eksi otuz derecelere düşen aşırı soğuklar olduğu ifade edilmişse de bu durum bana çok ikna edici gelmemiştir. Yolların bozuk olması, çok sıkı bir radar kontrolünün bulunması sebebiyle, 280 km gibi bir mesafe 5-6 saatte alınmakta ve çok yorucu olmaktadır. Bundan dolayı insanlar treni tercih etmekte bu defa da Nisan ayında yoğun turist olduğundan hızlı trende yer bulunmayabilmektedir. Ancak şu sıralarda yapılmakta olan otobanın iki-üç yıl içerisinde hizmet vereceği ve ulaşımın rahatlayacağı belirtilmektedir. Araçların bize göre ucuz olması hem trafiği artırmış hem de araçların yenilenmesini sağlamıştır. Fabrikasının olması nedeniyle ülkede en yaygın marka, çok çeşitli modelleriyle Chevrolet’tir. Trafik kurallarına büyük ölçüde uyulmaktadır. Bizdekinin aksine sarı ışıkta ve yeşil ışık yanıp sönmeye başlandığında tüm araçlar durmaktadır. Radar ve trafik polisi korkusu, araçlarda şoförü hız ve radar kontrolü konusunda uyaran aletler kullanmaya sevk ederken, bu da güvenilir bir trafik akışını sağlamaktadır. Uber sistemine benzer bir Yandeks uygulamasıyla turistler çok kolay ve ucuz bir taksi hizmeti alabilmektedir. Birçok ülkenin hilafına taksiciler de gayet dürüst, sakin, saygılı ve sevecendirler.

Özbek halkı kendi halinde sakin ve huzurlu bir toplumdur. Kılık kıyafet eskisi kadar geleneksel değilse de, kendi kimliklerini yansıtmaya devam etmektedirler. Erkekler genelde başlarına dört köşeli Özbek takkesi takmakta, sakal bırakmakta, hava serin ise çapan giymekte; kızlar ve kadınlar genellikle başörtü takmaktadırlar. Bu ya mahalli kıyafet yahut da başörtülü çok sade bir tesettürdür. Örtülü olmayan hanımlar ise ölçülü giyinmekte ve fazla bir açıklık, dekolte vb. görülmemektedir. Sokaklarda, caddelerde, parklarda veya üniversitelerde kız-erkek ilişkilerinde herhangi bir taşkınlık, anormallik göze çarpmamaktadır.

Özbek mutfağı oldukça leziz ve zengindir. Her lokantanın girişine bir-iki lavabo konulması sayesinde, müşterilerin yemek öncesi ve sonrasında “Qo’l yuvish uchun” (el yıkanması için) sünnet uygulanmaktadır. Özbek pilavıyla kebap çeşitlerinin egemen olduğu Özbek mutfağında çeşitli ekmekler sunulmakta, yemekle birlikte mutlaka gök/yeşil çay içilmekte, yanı sıra çeşitli salatalar ve meyveler ikram edilmektedir. Bizdeki gibi yemek sonrasında baklava vb. tatlı kültürü bulunmamaktadır. Gök çay ve meyvenin yemekle birlikte tüketilmesi, tatlının yenmemesi çok yağlı ve bol etli yemeklerin hazmını kolaylaştırmakta ve kilo alınmasını önlemektedir. Yemeklerin daha leziz, fiyatların bize göre daha ucuz olduğu anlaşılmaktadır.

Son yıllarda genelde binalarda, özelde cami mimarisinde klasik ile modern tarz birleştirilmiş ve böylece çok güzel örnekler ortaya çıkmıştır. Otellerin bile bir kısmı tarihi dokuyu yansıtan bir şekilde tasarlanmıştır. Yeni yapılan camilerde çok büyük kubbe bulunmasına rağmen, fil ayağı vb. direk kullanılmamıştır. Camilerin iç ve dış tasarımları, kullanılan tezyinat bazen fazla lükse kaçmış olsa da sanat bakımından gayet güzeldir. Hat yazıları bizdeki kadar güzel ve gelişmiş değildir. Cami abdestlikleri ve tuvaletler son derece temiz, geniş ve caminin hemen bitişiğindedir. Camilerde kadınlar (ayollar) için bizdeki gibi caminin üst katında veya arka tarafında yer ayrılmamış, onlar için camiden bağımsız ayrı bölümler yapılmıştır. Bize anlatıldığında göre eskiden bu da yokmuş ve kadınlar için abdestlik, wc ve mescit ayırma son yıllarda başlamıştır.

Özbeklerin dili ile Türkçemiz arasında ortak kullanılan pek çok kelime vardır. Ancak bizde birçok kelime yumuşatılmış, bazı harfler değiştirilmiştir. Özbeklerin konuşması başlangıçta biraz zorlanılsa da kısmen anlaşılmaktadır. Son yıllarda Kiril harfleri terk edilmiş, Latin harfleri kullanılmaya başlanmıştır. Ancak bildiğimiz bir kelimenin yazılışı farklı olabilmektedir. Mesela; “Hoş geldiniz” yerine “Xuş kelibsiz” denilmektedir. Genç yerine “Yaş”, ihtiyar yerine “Nûrânî” kullanılmaktadır. Mesela “Giriş” ve “Çıkış” kelimeleri farklı yazılmaktadır. Dolayısıyla ilanlar ve reklamlar, dikkatle okunduğunda kelimeler çözülebilmektedir. Öyle anlaşılıyor ki, iki-üç ay kalınsa rahatlıkla anlaşma sağlanabilecektir. Bu arada esnaf ve hizmet sektöründeki pek çok Özbek, rahat Türkçe konuşabilmektedir. Bunu da daha çok dizilerimizi seyrederek öğrenmişlerdir.

Bütün bu genel bilgilerden sonra şimdi 5 günlük gezimizi anlatabiliriz.

                                                                                                       Devam edecek…

Fotoğraflar: Doç. Dr. Mehmet Çakırtaş

1965 yılında Bolu-Gerede’de doğdu. İlk, orta ve lise tahsilini Gerede’de tamamladı. 1987 yılında A. Ü. İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. 1987-1989 yılları arasında Hadis Anabilim Dalı’nda Yüksek Lisans yaptı. “Sahabenin Sünnet Anlayışı” adlı tezi ile 1996 yılında doktor oldu. 1993 yılında A. Ü. İlahiyat Fakültesi Hadis Bölümü’nde Araştırma Görevlisi olarak çalışmaya başladı. 2000 yılında doçent oldu. 2008 yılında Profesörlük kadrosuna atandı. Halen aynı fakültede çalışmaktadır. Yayınlanmış birçok kitap ve makalesi bulunmaktadır.

Yazarın Profili

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir