1. Anasayfa
  2. Din ve Hayat

Bir Evlilik Üzerinden Peygamber Efendimizi Sorgulamak

Bir Evlilik Üzerinden Peygamber Efendimizi Sorgulamak

-Hocam, Ahzab 37. ayette geçen Hz. Peygamber’le Hz. Zeyneb’in evliliğine takılıyor bazıları. Zeynep kimdir ve olayın aslı nedir?

-Evet, ilginç bir takıntı. İlginç olduğu kadar da şaşırtıcı. Efendim, Hz. Peygamber’in (as) ailesinde iki Zeynep var. Biri kızı diğeri eşi. Kızı Zeyneb’in de hayatı çile dolu. Uzun süre hicret edemedi. Kocası izin vermedi, Mekke’de mahsur kaldı. Hicret yolunda saldırıya uğradı ve yaralandı. Otuz bir yaşında vefat etti. Gerçi cahiliye dönemi kadınlarının hepsinin hayatı çileliydi. Ne hakları vardı ne değerleri. Babalarından kalan mala bile mirasçı olamazlardı. Daha kötüsü kendileri miras malı gibi görülürlerdi. İslam geldi de haklarında ciddi düzelmeler oldu. Bugünden o güne bakanlar anakronizm türü hikayeler yazıyorlar.

-Hocam eş olan Zeynep demiştik.

-Ona geldik da. Cahş’ın kızı Zeynep. Rahmet Peygamberinin halakızı. Büyüyüp evlilik çağına geldiğinde Hz. Peygamber, kölelikten azat edip evlatlık edindiği ve yanında yetiştirdiği Zeyd’le evlendirmiş onu. Ancak yapılan evlilik yürümemiş. Zeyd’in dediği yürümeme nedeni: “Zeyneb’in kendisini küçümsemesi”. Anlaşılan eşler arasında anlaşma ve ünsiyet sağlanamamış, uyumsuzluk giderilememiş. Peygamber Efendimiz, Zeyd’in boşanma gerekçesini yeterli görmemiş olacak ki, evliliğin devamında ısrar etmiş. Her şeyi bilen Yüce Allah, bu evliliğin bu şartlarda yürümeyeceğini ve Zeyneb’in boşanma sonrası kendisiyle evleneceğini haber vermiş. Yani yürümeyecek evlilikte ısrar etmemesi gerektiğini bildirmiş. Neticede Zeyd’le Zeynep boşanmış. Belli bir zaman geçtikten sonra Hz. Peygamber’in teklifine Zeyneb olumlu cevap vermiş ve evlenmişler.

-Evlatlığın boşanmış hanımıyla evlenilir mi?

-Ben de bir soru sorayım: Bir insanın çocuğu, başkasının evladı sayılabilir mi? Benim çocuğum olacak, bir başkası bunu alıp kendi çocuğu yapacak? Bu hak ve adalet mi? Nitekim Ahzab Sûresi 5. ayette “İnsanları gerçek babalarının ismiyle çağırın. Allah katında en adaletlisi budur. Eğer babalarını bilmiyorsanız, onlar sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır.” Öyleyse bir çocuk ancak gerçek biyolojik anne-babasına nispet edilebilir. Yine aynı Surenin 40. ayetinde “Muhammed sizden hiçbir erkeğin babası değildir, o sadece Allah’ın elçisidir ve peygamberlerin sonuncusudur.” buyurulmakta, Hz. Peygamber’in Zeyd’in babası olmadığı açıkça ifade edilmektedir.

Bu ayetten çıkarılacak genel hüküm şudur: Bir kişinin çocuğu başkasına nispet edilemez ve yine hiç kimse başkasının çocuğuna babalık iddiasında bulunamaz.

İşte bu şekilde evlatlık kurumu kaldırılmak suretiyle Hz. Peygamber’le Zeyd arasındaki evlatlık ilişkisi sonlandırılmış oldu. Sonuçta Zeyd (ra), gerçek babasına nispet edildi. Zeyd’in gerçek biyolojik babası Hârise idi. Bu gelişme sonucunda Hârise’nin oğlu Zeyd diye anıldı. Ama din kardeşliği ve dostluk baki kaldı. Böylesi bir durumda Hz. Peygamber’in Zeyd’in boşanmış eşiyle evlenmesinde dinen ve hukuken hiçbir engel yoktur. Kaldı ki aynı ayette yer alan “Evlatlıklarının evlilik ilişkisinin bittiği eşleriyle evlenmeleri hususunda müminlere bir zorluk olmasın diye seni o kadınla evlendirdik” ifadesi, bu evlilik kararının tamamıyla Yüce Allah’a ait olduğunu göstermekte. Demek ki bu evliliğin hikmeti, konulan ilahi hükmün Hz. Peygamber üzerinden uygulanmasıdır. Ayrıca bu uygulama, sadece Hz. Peygamber’e ve o döneme özel ve özgü değil, tüm zamanlar ve bütün Müslümanları kapsayacak genişliktedir. Bunun anlamı, bu hüküm o gün geçerli olduğu gibi bugün de geçerlidir.

-Halakızıyla evlilik. Bir de ona gönlü düşmüş deniyor.

-Hz. Zeyneb’in halakızı olması evliliğe engel değil. Böylesi evlilik sadece İslam’da değil, bütün hukuk sistemlerinde geçerli. Hz. Peygamber’in gönlünün düşmesine gelince, maalesef bazı eski kaynaklarımızda bu konu yer almakta. Onlar bu gönül meselesini ayette geçen “Allah’ın açıklayacağı şeyi içinde gizliyordun” ifadesinden çıkarmışlar. Gizlediği şeyin Zeyneb’e olan sevgisi olduğunu ileri sürmüşler. Hatta daha ileri gidip bunu asılsız olan Hz. Davud’un askerlerinden biri olan Uriya’nın karısıyla evlenmesi hikâyesine benzetmişler.

Hz. Davud hakkındaki bu hikâyenin uydurma olduğu bir peygambere yakışmayan nitelik taşıdığı âlimlerimiz tarafından söylenir ve itibar edilmemesi gerektiği vurgulanır.  Bu olay, Matta İncil’nin başındaki şecere kısmında “Davud, Uriya’nın karısından doğan Süleyman’ın babasıydı.” diye ifade edilmiş. Hikâyenin tamamı, Kitab-ı Mukaddes’te II. Samuel’de (ab 11-12) anlatılmaktadır. İlgilenenler oraya bakabilir. Üzüntüyle belirtmek gerekir ki, bu olay oralardan nakledilmek suretiyle bazı tefsirlerimizde de yer bulmuştur. Hz. Zeynep olayının ona benzetilmesi ise hakikaten daha vahim bir durumdur.

-Hz. Peygamber’in gönlünün düşmesi doğru değil o zaman?

Tabi ki, değil! Zaten bu bilgiler, sahih olmayan haberler ve yorumlara dayanıyor.

İmam Matüridî gibi müfessirler bu haber ve yorumları doğru bulmuyorlar ve reddediyorlar. Kaldı ki, Zeynep (ra), Hz. Peygamber’in bilmediği ve görmediği bir kız değildi. Halasının kızıydı. Hz. Zeyneb’in güzelliği Zeyd’le evlendikten sonra da ortaya çıkmadı. Denildiği gibi bir gönül işi olsaydı, Peygamberimiz baştan kendisine nikâhlardı onu. Zeyneb validemizin “Allah beni Hz. Peygamber’le evlendirdi” sözü de bu evliliğin gönül düşmesiyle değil, Yüce Allah’ın izni ve iradesiyle gerçekleştiğini göstermekte.

-Peki, Hz. Peygamber’in gizlediği neydi?

Hz. Peygamber’in gizlediği şey, yukarıda geçen Yüce Allah’ın kendisine haber verdiği “Zeyneb’in boşanacağı ve kendisiyle evleneceği” bilgisi. Çünkü cahiliye Arapları evlatlıklarının boşanmış eşleriyle evlenmeyi yasak sayıyorlardı. Her ne kadar evlatlık kaldırılmış olsa da, zihinlerdeki tabu, tam olarak yıkılamamıştı. Hz. Peygamber, müşriklerin ve münafıkların bu evlilik üzerinden fitne çıkarmalarından endişe duyduğundan bu bilgiyi gizlemeyi tercih etmiş. Yüce Allah ise, bu cahiliye tabusunun yıkılması için açıklamasını istemiş.

-Öyleyse bu evliliğin nedeni çok başka?

Ünlü müfessir Fahreddîn Razî’nin dediği gibi burada ciddi ve zorlu bir hukukî uygulamanın hayata geçirilmesi sürece var. Cahiliye döneminden kalma bir tabunun daha yıkılması. Tabuların yıkılması çok kolay değil. Nitekim kadınlara miras hakkı tanındığında, bırakın müşrikleri, bazı Müslüman erkekler bile “ata binemeyen, silah kullanamayan, ailesini koruyamayan kadınlara neden miras verilecekmiş?” şeklinde itiraz etmişler. Toplumsal değişimleri gerçekleştirmek ve zihinlerdeki tabuları yıkmak, işte bu kadar zor.

Baksanıza günümüzde boşanmış kadınlara!

Boşanmak suretiyle bütün hukukî bağları kesilmiş olmasına rağmen bazı zorba eski eşler, peşlerini bırakmamakta, hareket alanlarını daraltmakta, evliliklerine mani olmakta, olamadıklarında da biçare kadınları sokak ortasında öldürebilmekteler. O kadar kanun çıkarılmasına ve toplumsal baskı oluşturulmasına rağmen maalesef bu cinayetlerin önüne geçilememekte.

Bu evlilikle İslam, iki tabuyu yıkmıştır:

Birincisi; bir çocuk ancak biyolojik anne-babasına nispet edilebilir. Dolayısıyla İslam’da evlatlık kurumu yoktur, olanlar da geçersizdir yani hükümsüzdür.

İkincisi; boşanmış kadın, helal olmak kaydıyla kendi iradesiyle hareket etme hakkına sahiptir. İstediği kişiyle evlenebilir veya evlenmez. Nitekim Hz. Peygamber’in Zeyneb’le evliliği, iki tarafın da irade ve rızasıyla gerçekleşmiştir. Hz. Zeyneb’in eski eşi Hz. Zeyd de bugünkü zorba kocalar gibi davranmamıştır.

-Hz. Peygamber Allah’tan gelen bilgiyi gizleyebilir mi?

Asla gizleyemez. Gizlese bile, Allah ortaya çıkartır. Çünkü peygamberler, gelen ilahî bilgiyi olduğu gibi açıklamakla yükümlüdürler. Nitekim Hz. Aişe: “Eğer Hz. Peygamber Kur’an’dan bir şey gizlemek isteseydi, bu ayeti gizlerdi” demiş. O yüzden bu ayet, Hz. Peygamber’in Kur’an’ı kendisinin yazmadığının, Allah kelamı olduğunun en açık delili sayılmış. Kaldı ki Hz. Peygamber’in gizlediği söylenen şey, vacip bir emir değil, mubah cinsinden bir bilgidir.

Bu gizleme tıpkı düğün sırasında yemek yenilip toplantı bittiği ve herkes dağıldığı halde, bıktıracak ve eziyet verecek şekilde evde oturmayı sürdüren bir kaç kişiyi Hz. Peygamber’in hayâsından dolayı uyaramamasına benzer. İçinden onların kalkıp gitmelerini istiyor ama bunu bir türlü açıktan söyleyemiyor. Bunları biz nereden biliyoruz? Yüce Allah Kur’an’da açıklıyor. Nitekim bu türden hal ve hareketler hemen hepimizin bir şekilde başına gelmiştir. Hayatta birçok nezaketsizliklerle karşılaşıyoruz ama her zaman söyleyemiyoruz. İşte Hz. Peygamber’in düğün sırasında nezaketsiz davranan kişileri uyaramaması neyse Hz. Zeynep’le ilgili bilgiyi söyleyememesi odur. Ama Yüce Allah indirdiği ayet-i kerimeyle tüm zamanlar için geçerli olan sosyal nezaket kurallarını hatırlatmış ve bu tür gereksiz uzatılan, huzursuzluk veren, hatta ev halkına eziyete dönüşen ziyaretlerin ve ev oturmalarının yanlışlığını bildirmiştir (bk. Ahzâb 33/53). Yüce Allah, bununla birlikte, Hz. Zeyneb’le ilgili olayı da bildirmiştir. Peygamber Efendimiz de bu konuyla ilgili gelen ayetleri, olduğu gibi insanlara ulaştırmış ve gereğini yapmıştır.

-Hz. Peygamber için zor bir durum. Ancak O’nun endişe etmesi kafama takıldı.

-Bilmek gerekir ki, Hz. Peygamber sadece Kur’an’ı getiren değil, aynı zamanda açıklayan ve uygulayandır. Bu uygulamaya, O’nun sünnet-i seniyyesi diyoruz. Peygamberlik, zorlu bir görev. Her babayiğidin harcı değil. Dindeki her uygulama O’nun üzerinden ve O örnek kılınarak uygulanmakta.

Hz. Peygamber ümmetinin önderi ve örneğidir. Öte yandan peygamberler de insan. Çekinme ve korku gibi insanî özelliklerin onlarda da bulunması gayet doğal. Bunlar yeme, içme ve evlenme gibi insanî özellikler ve aynı zamanda peygamberler için caiz olan hususlardır.

Nitekim Hz. Musa, Yüce Allah ile ilk görüşmesinde yere attığı asa yılana dönüşünce korkmuştur. (Tâhâ 20/20-21). Yine Hz. Musa’yı Yüce Allah, Firavuna gönderdiğinde korktuğunu ifade etmiştir. (Şuara 26/14) Aynı şekilde Hz. Harun, Hz. Musa’ya “Yahudilerin arasına ayrılık soktun diyeceğinden korktum” demiştir (Tâhâ 20/94).

Müfessirlerimizden Yusuf es-Safedî’nin dediği gibi, peygamberler ilahî mesajı bildirmek ve dinî emirleri uygulamak hususunda asla korkmazlar. Ne müşrikten ne de kâfirden çekinirler; ne zorbalara ne de alay edenlere aldırış ederler. Çünkü bunlar peygamberler için mutlaka yerine getirilmesi gereken vacip görevlerdir. Görevi veren de her şeyin sahibi ve hükümranı Yüce Allah’tır. Ama her insan gibi peygamberler da eve hırsız girmesinden, insanların saldırmasından, depremden, yılandan, çıyandan korkabilirler. Böylesi haller, onların peygamberliklerine de zarar vermez. Çünkü bunlar, peygamberler hakkında caiz olan özelliklerdir.

-Demek ki İslam’ın emirlerini ilk yaşayan yani uygulayan Hz. Peygamber.

-Zaten hak dinin ölçüsü budur. Önce dini getirenin ona uyması ve onu uygulaması gerekir. Eskilerin dediği “ilmiyle amil olmak” tam da budur. Bunun anlamı, sözü ile özünün bir olması, söylediği ile davranışının tutarlılık göstermesidir. Bu hal çok değerlidir ve öncelikle ümmeti için önder ve örnek olan peygamberin üzerinde görülmelidir. İşte tam da bu nedenle, getirdikleri emir ve yasakları önce peygamberlerin kendileri uygularlar. Eğer özel durum varsa bu açıkça belirtilir ve bildirilir. Bu yüzden İslam’da din adamı halk ayrımı yoktur. Bir âlim dinden ne karar sorumluysa halk da o kadar sorumludur. Âlimlerin fazladan sorumlulukları bildiklerini öğretme ve söylediklerine önce kendilerinin uyması gereğidir. Söylediğine uymayan âlim, örnek alınmaz; örnek alan kişi de kendi sorumluluğunu o âlimin üzerine atıp kurtulamaz.

-Mesele gerçekten çok boyutluymuş.

-Doğrudur, ama meselenin aslı ve özeti budur. Kaynaklardan edindiğimiz ve öğrendiğimiz bilgi bundan ibarettir. Tabi ki, her işin en doğrusunu ve gerçeğini bilen sadece Yüce Allah’tır.

Not: Buradaki bilgiler için aşağıdaki tefsirlerin Ahzab Sûresi 37. ayetinin yorumlarına bakılabilir:

Matüridî, Te’vilâtü’l-Kur’ân, nşr. komisyon, İstanbul 2006, Mizan Yayınları.

Zemahşerî, elKeşşâf, nşr. Muhammed Said Muhammed, Kahire ts. Daru’t-Tevfikiyye.

Farheddin er-Razî, et-Tefsîru’l-Kebîr, İhyau’t-Turasi’l-Arabî.

Safedî, Keşfü’l-esrâr ve hetkü’l-estâr, nşr. Bahattin Dartma, TDV İsam Yayınları, İstanbul 2019.

Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul ts. Eser Neşriyat.

Komisyon, Kur’an Yolu, DİB Yayınları, Ankara 2007.

Muhammed Hamidullah, “Zeynep bint Cahş”, DİA, İstanbul 2013, XXXXIV, 357-358.

1964 yılında Sivas merkez Kartalca köyünde dünyaya geldi. Kayseri İmam-Hatip Lisesini 1984, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesini 1989 yılında bitirdi. Aynı Üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsünde 1991’de yüksek lisansını, 1997’de doktorasını tamamladı. 1992-1993 yıllarında alanı ile ilgili araştırma yapmak için 8 ay Şam’da bulundu. Türkmenistan Devlet Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde 1999-2000 öğretim yılında ders verdi. 1999’da Yardımcı Doçent, 2004’te Doçent ve 2010 yılında Profesör unvanını aldı. 2012-2015 yılları arasında Abant İzzet Baysal Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı olarak görev yaptı. 2015 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu üyeliğine atandı. Hâlen bu görevini ve Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kelam Anabilim Dalında öğretim üyeliği görevini birlikte yürütmektedir. Çalışmalarını İslam düşüncesinde Allah ve âlem tasavvuru, kelam atomculuğu, kelam-tasavvuf-felsefe ilişkisi, kelam okullarının oluşum ve gelişim süreçleri konularından sürdürmektedir. Evli ve iki çocuk babasıdır.

Yazarın Profili

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.