1. Anasayfa
  2. Kitap

Bir Felsefe Kitabının Dibâcesinden-İslam’ın Gençlik Çağı

Bir Felsefe Kitabının Dibâcesinden-İslam’ın Gençlik Çağı
0

(Kutlu Hicretin 1446. Yılı Anısına)

Yazar: Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır

Transkribe: Dr. Müslüm Yıldırım

 

 

Burada yeni harflere çevirerek verdiğimiz metin, fakih, müfessir, filozof, hattat ve aynı zamanda şair olan Elmalılı Hamdi Yazır’ın Tahlîlî Târîh-i Felsefe/Metâlib ve Mezâhib (İstanbul: Matbaa Âmire, 1341/1922) adıyla Fransızca’dan tercüme ettiği felsefe kitabının kırk sayfadan oluşan dibâcesinden  iktibas edilmiş olup (s. 12-13), İslam’ın gençlik çağı ve geleceği hakkındaki düşüncelerini yansıtan kısa pasajdan oluşmaktadır. Elmalılı’nın Fransızca’dan tercüme ettiği kitap, Paul Janet ve Gabriel Seailles’in birlikte hazırladıkları Histoire de la Philosophie adlı çalışmadır. Mehmet Emin Erişirgil’e göre, (Mustafa Kara, Felsefe Kitabına Esmâ-i Hüsnâ ve Yakarışlar ile Başlayan Müfessir: Elmalılı Hamdi Yazır, İnsaniyet.net) kitaptan daha kıymetli olan dibâcede Elmalılı şöyle demektedir:

 

“… Millet-i İslâm (وجعلناكم أمة وسطا لتكونوا شهداء على الناس) “İşte böylece, siz insanlara şahit olasınız diye size mutedil bir ümmet kıldık” (el-Bakara, 2/143) sırrına mazhar olmak için (ويكون الرسول عليكم شهيدا) “ve Resûlün de size şahit olması için” müeddâsı mûcibince (gereğince) Hazret-i Resûllah’ı mâbihi’l-istişhâd (şahit gösterilen) ittihâz  (edinmek) edebilmeli ve ümem-i sâireden (diğer ümmetlerden) istiğnâ (ihtiyaç duymamak) ile istiklâl-i tâmma (tam istiklale) sahip olmalıdır ki yalnız dergâh-ı ulûhiyet önünde rükû edebilsin. Hâlbuki bugünkü ümmet ulûm-ı eslâfını zayi etmekte bulunduğu gibi ulûm-ı âhirînde dahi bilvücûh nâkıs olduğu için şevket-i İslâm’dan behremend (pay sahibi) olmamış, milel-i garbiyeye (garp milletlerine) karşı olan noksan-ı ilmîsi (ilmi eksikliği) hasebiyle el-iyâzübillah (Allah’a sığınırım) tamamen tehlike-i istimsâle (benzeme tehlikesine) ma’ruz bir halde kalmıştır.

 

Alem-i garb (Batı dünyası) bizim ulûm-i diniye ve Kur’âniye’mize varıncaya kadar en mühim kitaplarımızı tercüme ederek kendi ma’lumatlarına zammederlerken (eklerlerken) ve Şa’rânî’nin (ö. 973/1565) Müzân-ı Kübrâ’sını bile o yolda mütalaa ile usûl-ı İslâm’ı tahrif edecek netâic (sonuçlar) çıkarmaya çalışırlarken biz ne içün onların ganâim-i ilmiyelerinden mahrumiyet içinde kalalım ve niye bu mahrumiyetten kurtulmak içûn mütemâdiyen kendimizden çıkıp onlara istihâle (başkalaşma/dönüşme) etmeye meyledelim. Kur’ân’ı tercüme edip okuyan ve İslâm’a karşı onunla silâhl(n)anan Frenkler Müslüman olmuyorlarsa onların felsefelerini okuyup anlayacak ve kendilerine karşı bununla tecehhüz (donanmak) edecek olan Müslüman niye Frenk oluversin. Ehl-i İslâm’da göze çarpmaya başlayan meyl-i nahoş onlardaki sermayenin dehâ-i ilmimizle işletilmemiş ve muâdil kıymetlere olsun tahvil kılınmamış olmasından münbaistir (dolayıdır). Böyle olması hakikatin aleyhimizde bulunmasından neşet etse idi korkunç idi. Hâlbuki yakında ihtar edeceğim veçhile bütün hakikatin esâsı bizimdir, bizim hakâik-i diniyemize kemâl-ı iltiyâm (mükemmel uyum) ile tefri‘ edilebilecek olan ulûm ve fünûn, onlarda daldırma suretiyle ve bir inhirâf-ı küllî içinde neşvünemâ (büyüme/gelişme) bulabilmiştir.

 

Galiba fertler alelekser (genellikle) on dört on beş yaşlarında buluğa ermeye, devr-i tufûliyetten (çocukluk devresinden) devr-i şebâba (gençlik devresine) atlamaya başladıkları gibi milletler de on dördüncü ve on beşinci a’sâr-ı tarihiyelerinde (tarihi asırlarında) başka bir intibâha (uyanışa) ve başka bir hayâta intikal devresine giriyorlar. Avrupa intibâhı on dördüncü asr-ı miladi içlerinde başlamış idi. Târih-i hicri-i İslâm’da içinde bulunduğumuz aynı asırlarda da büyük bir intibâhın başladığını görüyoruz. Bugün bocalayıp duran bu cereyân-ı intibâh şuûr-ı ruhiyesine (ruhi şuuruna) erememiş ve henüz vahdet-i nefsiyesini (nefsi birliğini) toplayamamış bulunduğu için gâyet hevlnâk (son derece korkunç) bir seyir (süreç) geçirmektedir.

 

Hüdânekerde (Allah korusun) vicdân-ı ictimâiyesini (ictimai vicdanını) gâib ederse tûl-ı müddet (uzun süre) emvâc-ı felaket (felaket dalgaları) içinde kıvranacak ve hiçbir milletin sulb-i cemiyetine giremeyecektir; Cenâb-ı  Hakk’tan temenni ettiğimiz veçhile vicdân-ı ictimaiyesini zâyi etmeksizin bu edvâr-ı intibâhı (uyanış devrelerini) takip edebilirse, akıl ve hissine, ruh ve bedenine kemâl-ı metânetle (tam sağlamlılıkla) nizâm verip istikbâl-ı karîbin (yakın geleceğin) en büyük bir milleti olarak zuhur edecek ve medeniyet-i hâzıranın emrazından (hastalıklarından) muarra (soyulmuş/sıyrılmış) bir hayât-ı sahih (sağlıklı hayat) ile bütün milletlerin mâbihi’l-istişhâdı (şahit gösterilen) olmak seviyesine gelecektir. Her hâlde İslâm’ın yirminci asrı Avrupa’nın yirminci asrından pek çok mütekâmil bir mertebede bulunacaktır.

 

Binaenaleyh, bizi Avrupa’ya izâbe (eritme) ve isâğa (şekil verme) etmek için çalışmak bir dalâl (sapkınlık) ve fakat Avrupa’yı bize izâbe ve isâğe etmek için çalışmak bilakis bir vecibe demek olacağından bu maksada mübteni (dayanan) olan bu tercümeyi bir eser-i hayr (hayır eseri) addetmekte (saymakta) tereddüt etmedim…”

 

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir