1. Anasayfa
  2. Düşünce

Dava ve Lider 3: İki Özellik ve İki Görev

Dava ve Lider 3: İki Özellik ve İki Görev
0

أعوذ بالله، بسم الله…

وَالْعَصْرِۙ اِنَّ الْاِنْسَانَ لَفٖي خُسْرٍۙ اِلَّا الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ

“Asra yemin ederim ki, insan kayıptadır.

İman edenler; iyi, güzel ve yararlı işler yapanlar ile birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler başkadır.

İşte onlar bu kayıptan kurtulanlardır.”

(Asır 103/1-3)

Hayatı Anlamak ve Değerlendirmek

“Dünya ahiretin tarlasıdır” buyurmuş Rahmet Peygamberi. Şayet insan içine doğdugu tarlayı sadece oyun-eğlence veya piknik alanı olarak kullanırsa hiçbir ürün elde edemez, günün sonunda eli boş ve hüsrana uğramış bir halde kalır; eğer tarlayı eker-biçer ve ürün elde ederse eli dolu ve kazançlı bir şekilde harman yerine yani adalet terazisinin kurulduğu büyük toplantı yerine döner. Zaten başka dönüş yeri de yoktur.

Demek ki dünya hayatı önemli. Ürün almak, kazanç elde etmek, çevreye yararlı olmak, dünya ve ahiret mutluluğunu yakalamak ancak bu hayatta ve bu hayatla gerçekleşir. Dünyayı kazançlı kılacak da hüsranla sonuçlandıracak da insanın bu hayatı değerlendirmesine bağlıdır.

İnsan zamanın bir noktasında dünya gelir, ömür süresince yaşar, kültür edinir, şahsiyet kazanır, iş yapar, iz bırakır ve yine zamanın bir noktasında dünyandan ayrılır. Ona verilen süre bellidir. Sadece bir ömürdür. Bir ömür de bir gün gibidir. İkindi vakti adeta bu sürenin son demidir; son dönüş, son çıkış, son kurtuluş anıdır.

Yüce Allah “asra yemin olsun ki” uyarısıyla tam da bu gerçeği hatırlatmaktadır. “İnsan kayıptadır” yargısının muhatabı bu son anı dahi değerlendiremeyen, burnunun doğrultusunda giden, insanlıktan kopan, insanlardan uzaklaşan, hüsranda ve isyanda ısrar eden kişidir.

İşte bu hüsrandan kurtuluş iki özelliği kazanmaya ve iki görevi yerine getirmeye bağlıdır.

İki Özellik ve İki Görev.

İki özellikten birincisi gönülden ve kalpten Yüce Allah’a inanan kul olmak, ikincisi ise O’nun rızasına uygun düşecek ve insanlığın yararına olacak iyi ve güzel işler yapan şahsiyet kazanmaktır. Kur’an kavramlarıyla mümin, muttaki, muhlis ve muhsin olmaktır. Türkçesi Allah’a inanmak, O’nun koyduğu sınırları gözetmek, rızasına uygun yaşamak ve emirleri doğrultusunda bir tutum ve davranışı benimsemek; kalple ve kalıbı uyumlu, düşünceyle yaşantıyı tutarlı kılmak; eskilerin tabiriyle ilmiyle âmil, amelinde ihlas sahibi olmaktır.

İki göreve gelince, birincisi hak ve hakikate davet etmek, ikincisi ise kötüler ve kötülüklere karşı sabır ve metanetle direnme çağrısı yapmaktır. Yani ulaşabildiğin ve ulaşılabilir olan herkesi iyiliğe teşvik etmek, kötülüğe karşı uyarmaktır. Tek başına değil hep birlikte, fert olarak değil cemaatle, bencil duygularla değil, dostluk ve muhabbetle; herkesi düşünen, duasına ortak eden ve tüm insanlığın kurtuluşu için çaba ve çalışma içinde, ayrımsız ve ayrıcalıksız bir hareket oluşturmaktır.

“Tek çiçekle bahar olmaz” atalar sözü insanın tek başına değil, çevresiyle yani ailesi, toplumu ve insanlarla birlikte iyi ve güzeli yakalamanın ve yansıtmanın tecrübesine işaret eder. Bu noktada Kur’an’ın ilahî bildirimi, fıtratını yitirmemiş insanlığın tecrübesiyle örtüşmektedir. Zaten bozulmamış ve hüsran yoluna girmemiş fıtrî akılla ilahî vahiy arasında çelişki bulunmaz.

 

Liderlik, Dava Adamlığı ve Dava Erliği

İşte liderlik, dava adamlığı ve dava erliği tam da bu iki özelliği yakalamak ve iki görevi yerine getirmekle gerçekleşir. Davasına inanan, onu hayatının anlamı haline getiren, topluma yansıtan, gelecek nesillere intikal ettirme gayretinde olan ve davasının toplumsal planda varlığı, görünürlüğü ve devamı için sabır ve sebat gösteren kişi gerçek anlamda dava adamıdır, lider veya dava eridir.

Davanın Dört Temel Esası

  1. “İman etmek” liderin ve dava erlerinin davaya gönülden bağlanması ve sağlam irade ortaya koyması,
  2. “Sâlih amel” bu inancın ve iradenin dava liderinin ve dava erlerinin hayatlarına yansıması ve yaşantılarının parçası haline gelmesi,
  3. “Hakkı tavsiye” davanın toplumsal tabanının ve atmosferinin oluşturulması,
  4. “Sabrı tavsiye” davanın gelecek nesillere intikali ve devamlılığı için gerekli ve güvenli ortamın sağlanması, irade zafiyeti veya olumsuzluklara karşı maddî ve manevî tüm tedbirlerin alınması, sabır ve sebat bilinciyle kişisel ve toplumsal düzeyde bir irade direnci ve seddi oluşturulmasıdır.

Mehmet Akif’in Uyarısı

Sömürge döneminde karanlık gecelerinin sabahını arayana millî şairimiz Mehmet Akif, Sahafat’ın Âsım kitabında Asır Suresi üzerinden dava yolunda tökezleyen ümmeti uyarmış:

“Hâlikin nâ-mütenâhî adı var en başı Hak

Ne büyük şey kul için hakkı tutup kaldırmak

Hani ashâb-ı kirâm ayrılalım derlerken

Mutlaka sûre-i ve’l-Asr’ı okurmuş bu neden?

Çünkü meknûn o büyük sûrede esrâr-ı felâh

Başta îmân-ı hakîkî geliyor sonra salâh

Sonra hak sonra sebât: İşte kuzum insanlık

Dördü birleşti mi yoktur sana hüsrân artık”

(Safahât, İstanbul: Kültür Bakanlığı Yayınları 1990, s. 349-350).

Küçük Sözlük:

Hâlık: Kainatın yegâne yaratıcısı, yöneticisi ve hükümranı olan Yüce Allah.

Nâ-mütenâhî: Başlangıcı ve sonu bulunmayan, zaman ve mekanla sınırlı olmayan, zaman ve mekândan münezzeh.

Ashâb-ı kirâm: Hz. Peygamber’in dostları, öğrencileri, vahyin inişine şahit olan ve uygulamasına iştirak eden İslam ümmetinin öncüleri, en hayırlı ilk nesil.

Sûre-i Vel-Asr: Kur’an’ın 103’üncü Asır Suresi

Meknûn: Surenin ifade ettiği gerçek, taşıdığı ve içerdiği anlam.

Esrâr-ı felâh: Kurtuluş işaretleri/sırları, zulmetten nura çıkışın, hüsran girdabından kurtuluşun ipuçları.

İmân-ı hakîkî: Gerçek iman. Rahman ve rahîm olan Yüce Allah’a, alemlere rahmet gönderilen Elçisine ve getirdiklerine kalbiyle inanma, kalıbıyla teslim olma.

Salâh: İyi, güzel ve faydalı; doğru, dürüst ve istikamet üzere olan

Sebât: Bela ve musibete direnmek, görevi yerine getirmede kararlı olmak, irade direnci ve iman bilinci kazanmak.

Hüsrân: Kaybetmek, mutlak zarara uğramak; dünya hayatını oyun, eğlence ve geçici menfaatler uğruna harcamak; doğruluk, dürüstlük ve istikametten ayrılmak; iyiliği, güzelliği ve yararlı olan terk etmek; kötülüğü ve zararlı olanı tercih etmek, kötülerin ve zalimlerin tarafında yer almak ve onları alkışlamak; şaşırıp yoldan sapmak, azgınlaşıp yoldan atılmak.

 

 

 

1964 yılında Sivas merkez Kartalca köyünde dünyaya geldi. Kayseri İmam-Hatip Lisesini 1984, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesini 1989 yılında bitirdi. Aynı Üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsünde 1991’de yüksek lisansını, 1997’de doktorasını tamamladı. 1992-1993 yıllarında alanı ile ilgili araştırma yapmak için 8 ay Şam’da bulundu. Türkmenistan Devlet Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde 1999-2000 öğretim yılında ders verdi. 1999’da Yardımcı Doçent, 2004’te Doçent ve 2010 yılında Profesör unvanını aldı. 2012-2015 yılları arasında Abant İzzet Baysal Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı olarak görev yaptı. 2015 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu üyeliğine atandı. Hâlen bu görevini ve Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kelam Anabilim Dalında öğretim üyeliği görevini birlikte yürütmektedir. Çalışmalarını İslam düşüncesinde Allah ve âlem tasavvuru, kelam atomculuğu, kelam-tasavvuf-felsefe ilişkisi, kelam okullarının oluşum ve gelişim süreçleri konularından sürdürmektedir. Evli ve iki çocuk babasıdır.

Yazarın Profili

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir