Babaannem hastaydı, günlerdir yatağından kalkamamıştı. Eskisi gibi yemek de yemiyordu. Doktor gelip muayene etti, ilaçlar verdi. “Seksen yedi yaşındaki biri için bu durumlar normal”, dedi. Ne demekti bu? Müsaade edin ölüm gelsin mi, demekti. Öleceğini hiç düşünmüyorum, babaannem zaten sessiz bir kadındı. Yine eski günlerdeki gibi tesbihi elinde, dudakları duadan kıpır kıpır, gözleri uzaklara dalıp gitmiş, köşedeki yerinde oturacak diye bekliyorum. Galiba bu sefer farklıydı. Sürekli başında Kur’an-ı Kerim okunuyor, dudakları ıslatılıyordu. Kemikleri ağrımasın diye kat kat yatak serilmiş, çarşaflar değiştirilmiş, odanın köşesinde beyaz bir divan üzerinde yatıyor gibiydi. Uyurken yüzüne, bebek gibi beyaz tülbent örtülüyordu. Sekerata girdi deniliyordu. Dilinde, küçük yaşta ölmüş çocuklarının ve ondan önce ölen kocasının adı vardı. O, sabaha kadar Hasan’ı çağırıyordu. Hasan dokuz yaşında öldüğü hâlinde miydi, yoksa gönlünde büyüttüğü hâlinde mi, bilen yoktu.
Nevşehir’de öğretmenlik yapıyorum. İznim bitmişti, izni uzatsam mı bilemiyordum. Beklediğim neydi? Ölümü mü bekliyordum? Kimse bir şey demiyordu. Görev yerime dönmeden önceki gece ben de babaannemin yanında kalmaya karar verdim. Başucunda dualar okunurken ben uyuyakalmışım bir köşede. Rüyamda dişim ağrıyor, dişçiye gidiyorum. Ön dişimin hemen solundaki dişimin ağrısından duramıyorum, dişçi muayene ederken acıdan bağırmamak için kendimi zor tutuyorum. Dişçi ilaç veriyor. “Dişiniz kökünden çürümüş, sallanıyor ancak seni iki ay idare eder”, diyor. Ben ağzıma sıkıştırılmış pamuklarla çıkıyorum dişçiden.
Rüyamda, rüyayı yoruyorum, ön dişin solu baba tarafı demek, yoksa babaannem iki ay sonra mı ölecek, diyorum. Uyanıyorum, hemen suya anlatıyorum rüyayı.
Aradan birkaç hafta geçince rüyayı unutuyorum.
İki ay sonra bir sabah diş ağrısı ile uyanıyorum. Dişçiye gidiyorum. Rüyamı hatırlıyorum. Dişimin ağrımasını babaannemin hastalığına yormuştum, aslında gerçekten benim dişim ağrıyacakmış diye düşünüyorum. Kanal tedavisi yapıyor dişçi. Ağrı kesici iğnelerle geçiyor ağrı, dişçiden çıkıp eve gitmeye çalışırken telefonuma bakıyorum. Bir sürü cevapsız çağrı; kardeşim, abim, annem… Babaannem ölmüş. Ben Konya’ya geldiğimde odanın köşesindeki beyaz çarşaflı yatak kalkmıştı. Babaannem son defa yıkanıp, yolcu ediliyor. Çarşaflar yıkanıp güneşe seriliyor.
Rüyalarım yine beni şaşırtmıştı. “Ben biliyorum, benim rüyamda gördüğüm çıkıyor” diye düşünmeme izin vermemişti.