Bizimle İletişime Geçin

Ramazan

Gül Çocukluğumun Gül Ramazan’ı

Gül yürekli annem, ömrümüzün en güzel, en leziz yemeklerini iftar ve sahur vakitlerinde yapardı yahut biz öyle zannederdik. Çok sevgili Mustafa Rıfat ağabeyim ve canım kardeşim Fatma ile oruç tutmadığımız günlerde bile sahur yemeğine bizi de kaldırmasını tembih ederdik annemize. Kimse uyandırmasa da sevimli kedimiz Osman uyandırırdı bizi.

EKLENDİ

:

İlk ramazan orucunu ilkokul 3. sınıfta 3 gün tutmuştum. İlkokul öğretmenimiz Mazhar Şahin, “Sınıfta oruç tutan var mı?” diye sormuştu bir gün. Sınıfta büyük bir sevinçle yalnızca ben parmak kaldırmıştım. Mazhar öğretmenim, bana “Aferin oğlum!” dediğinde nasıl gurur duyduğumu anlatamam. O gün büyüdüğümü, adam olduğumu hissetmiştim. O vesileyle beş vakit namaz kılmaya başlamıştım. Aç ve susuz kalmanın ne kadar zor olduğunu, Allah´ın bize ne büyük nimetler verdiğini, fakir olsak da şükretmemiz gerektiğini idrak etmiştim. Büyüklerin sıcak, susuzluk ve açlıktan çok zorlandığı eylül ayında sabrım çok artmıştı.

Ramazan’ın gelmesini büyük bir hasretle beklerdik. Ramazan yaklaştığında kavuşma özlemimiz ve heyecanımız da artardı. Canım annem, günler öncesinden hazırlık yapardı gül Ramazan’a. Yufkalar açılıp hazır edilir, her türlü temizliğe daha bir ihtimam gösterilirdi. Ramazan için çarşıdan alınan yiyeceklerle, erzaklarla fakir evimizde bolluk ve bereket bir başka hissedilirdi. Bizlerde de manevi yönden büyük bir heyecan, neşe, şevk olurdu. Kutlu Ramazan’ı bayram sevinciyle karşılardık biz. 30 gün, bayram sevinciyle ve manevi hazla geçerdi. Ramazan’ın 30 günü, çocuk yüreklerimizde Zümrüd-ü Anka’ya yolculuğa çıkan Simurg yani 30 kuş gibiydi. Orucumuzla birlikte abdestlerimiz, namazlarımız, dualarımız, ezanlarımız, iftarlarımız, sahurlarımız hatta oyun ve eğlencelerimiz bile bizlere cennet mutluluğu veriyordu. Büyüklerimizin yüzlerinde bile bu huzuru, manevi zevki hissediyorduk.

Oruç tuttuğum ilk gün unutarak yemek yemiştim çünkü Allah bana çocuk olduğum için çok merhamet etmişti. Çok sevgili annem, yediğimi gördüğü halde bana anne yüreğiyle acıdığı için oruçlu olduğumu hatırlatmamıştı. Unutarak yemenin orucu bozmadığını öğrenince Allah´ı daha çok sevmiştim.

İlkokul 4. sınıfta 9 gün, ilkokuldan sonra da tam 30 gün oruç tutmuştum. Çok acıktığımız için fındık bahçesinde kafamıza göre yemek yemenin hayallerini kurmak, annemin kuzinede yaptığı sıcak buğday ekmeği ile sacda pişirdiği böreğin kokusunu içimize çekmek, sürekli saate bakarak iftar sofrasında ailece heyecan ve huşu içinde akşam ezanını veya top sesini hasretle beklemek, ezan sesini duyduğumuzda yüreğimizi hoplatan bayram sevincini yaşamak, sahurda yediğimiz kızartılmış ekmek ile mıhlamanın lezzeti, Ferhat ağabeyimin “Sen oruca dayanamazsın.” diyerek bana kızışı, gurbette olan babamın soframızda olmayışının hüznü, çocukluğumun en unutamadığım ramazan hatıralarındandır.

Gül yürekli annem, ömrümüzün en güzel, en leziz yemeklerini iftar ve sahur vakitlerinde yapardı yahut biz öyle zannederdik. Çok sevgili Mustafa Rıfat ağabeyim ve canım kardeşim Fatma ile oruç tutmadığımız günlerde bile sahur yemeğine bizi de kaldırmasını tembih ederdik annemize. Kimse uyandırmasa da sevimli kedimiz Osman uyandırırdı bizi. Eğer sahura kalkamamışsak, sabahleyin uyandığımızda çok üzülür, annemize küserdik.

Terme/ Bağsaray köyü Arımdere mahallesi, köy merkezine epeyce uzaktı.10 hanelik mahallemizde cami olmadığı için teravih namazlarını her gece bir başka komşu evde kılardık. Mustafa Rıfat ağabeyim, arkadaşlarım Fahri, Mehmet, Atıf ile katıldığımız bu teravih namazları öncesi ve sonrasında çok eğlenirdik. Dışarıda türlü oyunlar oynardık. Büyüklerin ilginç hatıralarını, samimi muhabbet ve şakalarını dinlemek de bizi çok mutlu ederdi. Yetmişli yıllarda mahallemizde elektrik de yoktu televizyon da. O geceler evlerde genellikle bizim lüks lamba etrafı iyice aydınlatır; biz de gönlümüzce oynar, eğlenirdik.

Ramazan-ı şerif boyunca teravih namazlarını kıldırmak için köy merkezinden çağrılan geçici hoca, Nazım Özdemir isimli ağabeydi. Yirmi yaşlarında olgun ama çok cana yakın olan Nazım ağabeyi çok severdik. Her gece ayrı bir eve misafir olur, orada iftar ve sahur yemeğini yer, o evde akşam ve teravih namazlarını kıldırırdı. Sevgili Nazım ağabeyin bize geleceği geceyi heyecanla beklerdik. Teravih namazının ev sahibi biz olurduk. O gece için daha özel hazırlık yapardık.

Çocuk gözümüz ve yüreğimizle o zamanlar herkes iyi insandı ama mübarek Ramazan ayında herkes melekti sanki: “Gül kokulu, gül yüzlü, gül insanlar vardı / Yaban gülleri, ayrık otları / Gönül bahçemizi sarmadan önce.” “Gül kokulu Peygamberimizi severdik / Gül dudaklardan okunan mevlitlerde. / Gül suyu dökerdik gül insanlara.”

Gül gönüllü insanlar arasında gülen gül yürekli çocuklardık biz. Oruç ve Ramazan; bizi yüreğimizden, dilimizden, gözümüzden, kulağımızdan, elimizden ve ayağımızdan tutuyordu çünkü.

Ey gül çocukluğumun ramazanı, seni ne kadar çok özledik! Bizi yine tutmaya gel emi ey sevgili oruç!

 

Daha Fazla Yükle

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çok Okunanlar

Pin It on Pinterest