1. Anasayfa
  2. Din ve Hayat

Keramet Hassasiyeti

Keramet Hassasiyeti
0

Her dönemin hassas konularından biri olmuştur keramet. Kimi zaman mucizeyle karıştırılmış kimi zaman istismar konusu olmuştur. O yüzden âlimler keramet üzerinde hassasiyetle durmuşlardır. İkisinin de olağanüstü (harikun li adetillah) olay olması, aralarındaki benzerlik bu karıştırmanın temelini oluşturmaktadır. Bu yüzden mucizeyle arasındaki farkın ortaya konması keramet konusundaki kafa karışıklığını büyük ölçüde gideremeye yardımcı olacaktır.

Matüridî mezhebinin önde gelen âlimlerinden Ebu’l-Muîn en-Nesefî (ö. 508/1115) keramet hassasiyetini önemseyen âlimlerden biridir. Eserinde bu konuya nispeten geniş yer ayırmıştır. Özellikle kerametin mucizeyle karıştırılmasını önüne geçmek için aralarındaki farkı açıklamış, yanı sıra gösterişe dönüştürülen kerametin aldanmaya ve kibre yol açması ihtimaline dikkat çekmiştir. O, bu konudaki görüşlerini dört maddeyle özetlemiştir:

1. Mucize, açıkça peygamberliğini ilan eden bir kişinin elinde ortaya çıkar. Veli zat ise ne peygamberlik ne de velilik iddiasında bulunur. Şayet veli kişi peygamberlik iddiasında bulunursa o anda kafir olur ve Allah’ın düşmanları arasına girer, artık onun elinde keramet gibi olağanüstü olay gerçekleşmesi beklenmez. Eğer bu kişi velilik iddiasında bulunursa velilik vasfını kaybeder.

2. Peygamber mucizeyi gizlemez, tam aksine onu açıklaması ve meydan okuyarak göstermesi gerekir. Veli ise kerameti olabildiğince gizlemeye çalışır, onu veliliğine dayanak kılmaz, elinde gerçekleşen olağanüstü olayın keramet değil de istihraç olabileceği kaygı ve hassasiyetiyle hareket eder.

3. Şayet Yüce Allah sâlih bir kulunu bir velinin kerametine muttali kılarsa, veli kişi derhal kerametini gören bu zata müracaat edip son derece mütevazı bir şekilde gördüğü kerameti gizlemesi ve asla yaymaması ricasında bulunur. Çünkü gerçek veli, kerametin yayılması sonucu nefsinin kibir ve aldanmaya kapılabileceği kaygısını taşır.

4. Peygamberler mucizenin sonuçları konusunda korunmuşlar ve emniyete alınmışlardır. Velilerin ise kerametin sonuçları hususunda herhangi bir güvence ve korunmuşlukları bulunmamaktadır. (bk. Tabsıratü’l-edille, DİB Yayınları 2003, II, 108-109; Tabsıratü’l-Edille, Dımaşk 1990, I, 537)

Benzer kaygı ve hassasiyeti sûfîlerin önde gelenlerinden Abdulkerim el-Kuşeyrî (ö. 465/1072) de ifade etmiştir. Onun uyarıları ise şöyledir:

1. Mucize ile keramet arasında en temel fark peygamberin mucizeyi açıklamaya memur olması, buna karşın velinin kerametini örtme ve gizleme hususunda hassasiyet göstermesidir.

2. Peygamber mucize yoluyla peygamberliğini iddia eder ve kesin hükümde bulunur, veli ise asla iddiada bulunmaz, kerameti konusunda kesin hüküm vermez, bunun tuzak misali bir sınama (mekr/istidrac) olma ihtimalini göz önünde bulundurur.

3. Ebu Ali Cüzcani şöyle demiştir: “İstikamet sahibi ol, keramet talibi olma. Nefsin seni keramet istemeye tahrik eder, hâlbuki Rabbin senden istikamet istemektedir.”

4. Sırrı Sakatî ise bu hassasiyeti şu temsille anlatmıştır: Bir kişi, üzerlerine kuşlar konmuş ağaçlık bir bahçeye girse, ağaçlardaki kuşlardan birisi gayet anlaşılır bir ifadeyle “Esselamü aleyküm ey Allah’ın veli kulu!” diye seslense, eğer o kişi bu olayın bir tuzak (mekr/istidrac) olabileceği kaygısını taşımazsa, tuzağa düşmüş olur. (er-Risâle, Beyrut: Daru’l-Celil 1410/1990, s. 206, 354, 360)

KISA AÇIKLAMA

Yukarıda sıralanan maddeleri biraz açmak gerekirse, bir peygamber hem kendisini hem davasını hem de elinde gerçekleşen mucizeyi gizleyemez, hatta mucizeyi inkârcılara karşı meydan okuma şeklinde sunması gerekir. Veli kişi ise hem velayetini hem de kendisine ikram olunan kerameti gizlemeye çalışır, asla iddialı bir şekilde ortaya çıkmaz. Bir başka deyişle o, Yüce Allah’ın lütfu ve ikramın meydan okuma ve gösterişe dönüştürmez, dönüştürülmesine izin vermez.

Mucizenin hikmet ve amacı ilahî davayı tasdik etmenin yanında inkârcılar, müşrikler ve kendini bilmezlere karşı peygambere destek olmaktır. Buna karşın keramet inanç, ibadet ve ahlaki yaşantısı tutarlı olan muttaki ve muhsin kişilere Yüce Allah’ın bir ikramıdır. Bunun bir sınama boyutunun olduğu da unutulmamalıdır. Öte yandan kerametin yayılmasının ve insanlar tarafından abartılmasının, insan olması hasebiyle veli denilen kişide vesvese şeklinde olumsuz yansımaları olabilir, neticede aldanma ve kibir meydana gelebilir. Hatta bu gelişme velilik sıfatını kaybetmeye bile yol açabilir.

Bu noktada velinin çevresindeki kişilere de sorumluluk düşmektedir. Onların sorumluluğu, veli bildikleri kişilerde gördükleri kerametleri ifşa etmemek ve hassasiyetle gizleme yoluna gitmektir. Çünkü peygamberler dışında hiçbir kişiye korunmuşluk (masumiyet) özeliği verilmiş değildir. Zaten Hz. Muhammed’in (sav) son peygamber olması dolayısıyla günümüzde mucizeden bahsedilemez. Buna rağmen ulemanın ikisi arasındaki fark üzerinde hassasiyetle durmalarının nedeni, kerametin mucize gibi kullanılma ihtimali ve istismarıdır.

Ayrıca keramet farklı şekillerde tezahür edebilir. Sözgelimi Kuşeyrî’nin dediği gibi güzel ve sâlih rüyalar da bir keramettir (er-Risâle, s. 365). Öyleyse bunların da gizlenmesi gerekir. Görmediği bir rüyayı görmüş gibi anlatmak ise keramet uydurmakla aynı anlama gelir. Nitekim Hz. Peygamber rüya uyduran kimsenin ahirette asla yapamayacağı iki arpa tanesini birbirine düğümlemek cezasına çarptırılacağını bildirmiştir. Tecrid-i Sarih’i tercüme ve şerh eden Kamil Miras bu hadisin açıklamasında rüya yalancılığının “en çok düzme sofular ve yalancı evliya taslaklarında görüldüğünü” dile getirir. (Buharî, “Ta’bir”, 45; Tecrid-i Sarih Tercümesi ve Şerhi, DİB Yayınları, VIII, 522).

Sonuç olarak İslam inancına göre dünya hayatında kişiye verilen her imkân imtihana tabidir. Keramet de bir imkândır ve o da imtihana tabidir. Keramet hususunda hassasiyet, sorumluluğu hafifletmenin yanında çeldiricilerden ve şeytanî ayartıcılardan korunmayı sağlar. Keramet olmadığı halde uydurma yoluna gidilmesi ise sorumluluğun katlanmasını ve rüya örneğinde olduğu gibi öte dünyada buna uygun cezaya çarptırılmayı beraberinde getirir.

1964 yılında Sivas merkez Kartalca köyünde dünyaya geldi. Kayseri İmam-Hatip Lisesini 1984, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesini 1989 yılında bitirdi. Aynı Üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsünde 1991’de yüksek lisansını, 1997’de doktorasını tamamladı. 1992-1993 yıllarında alanı ile ilgili araştırma yapmak için 8 ay Şam’da bulundu. Türkmenistan Devlet Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde 1999-2000 öğretim yılında ders verdi. 1999’da Yardımcı Doçent, 2004’te Doçent ve 2010 yılında Profesör unvanını aldı. 2012-2015 yılları arasında Abant İzzet Baysal Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı olarak görev yaptı. 2015 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu üyeliğine atandı. Hâlen bu görevini ve Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kelam Anabilim Dalında öğretim üyeliği görevini birlikte yürütmektedir. Çalışmalarını İslam düşüncesinde Allah ve âlem tasavvuru, kelam atomculuğu, kelam-tasavvuf-felsefe ilişkisi, kelam okullarının oluşum ve gelişim süreçleri konularından sürdürmektedir. Evli ve iki çocuk babasıdır.

Yazarın Profili

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir