Bizimle İletişime Geçin

Tarih

Şarkın En Sevgili Sultanı: Selahaddin-i Eyyubi

Selahaddin Eyyubi İslam toplumlarının yetiştirdiği ender şahsiyetlerden biridir. Hayatının merkezine inancını ve inancı uğruna mücadele etmeyi yerleştirmişti. Onun mücadelesi rakiplerinin zıddınaydı. Her ne şartta olursa olsun ahlak, adalet, merhamet ve ahde vefa ilkelerinden taviz vermedi. Onun mücadelesi düşmanını yok etmekten ziyade diz çökertmek üzerineydi.

EKLENDİ

:

Yazar: Doç. Dr. Ziya Polat

Günümüzde olduğu gibi Müslümanların birliklerini kaybettikleri ve birbirleriyle mücadele ettikleri bir dönemde dünyaya gözlerini açtı Selahaddin. Onun doğumundan yaklaşık kırk yıl önce bölgeyi istilaya başlamıştı Haçlılar. 15 Temmuz 1099’da Kudüs’ün işgaliyle neticelenen Birinci Haçlı Seferi sonunda Urfa, Antakya ve Kudüs’te birer haçlı devletçiği kurulmuş, bölgedeki etki alanlarını gittikçe arttıran Haçlılar 1109’da Trablus’u istila ederek son kontluklarını burada tesis etmişlerdi.

Haçlılar bölgedeki yönetim boşluğundan istifade ederek önemli şehirleri özellikle, yaklaşık beş asırdır Müslümanların hakimiyetinde olan ve Müslümanların ilk kıblesinin bulunduğu, Kur’an’ın ifadesiyle çevresi mübarek kılınan Kudüs’ü ele geçirmişlerdi. Haçlılar var olan düzensizlikten ve yerel emirlerin çekişmelerinden bir müddet daha istifade etmeye devam edecek, bölgedeki hakimiyet alanlarını gittikçe genişleteceklerdir.

Haçlıların bölgede kalıcı olduklarının anlaşılması uzun sürmemiş fakat Müslümanların dağınık görüntüsü bir müddet daha devam etmiştir. Ancak İmadüddin Zengi’nin 1127 yılında Musul’a Atabey olarak atanmasıyla Haçlılara karşı istikrarlı ve kalıcı bir mücadele hattı oluşturulabildi. Başarılı mücadelesi 1144’te Urfa’nın fethi ile taçlanan İmadüddin bölgedeki Müslümanlara hiçbir şeyin bitmediği inancını aşılayarak “Umut İradesi” olarak ortaya çıkmıştı.

Onun vefatından sonra oğlu Nureddin Zengi bayrağı devralmış, önce Eyyubi Ailesinin katkısıyla 1054’te Dımaşk’a hâkim olarak Şam Bölgesini birleştirmişti. Nureddin’in başarıları 1169’da Şirkuh ve Selahaddin’in çabalarıyla Mısır’ın birliğe dahil edilmesiyle zirveye ulaşmıştı. Musul’dan Arabistan ve Trablus’a kadar uzanan bölgede birlik kurmayı başaran Nureddin “Düzen İradesi” olarak ortaya çıkmış, kendisinden sonra mücadeleyi sürdürecek olan Selahaddin’e yol haritası çıkarmıştı.

Selahaddin Eyyubi kimdir diye sorulur sıklıkla, çağımızın ateşi dinmeyen ırkçılık hastalığıyla. Anakronizm yapılarak bugünkü hastalıklı ortam düne taşınır, dünkü anlaşılmayan çabalar bugünkü zihniyetle açıklanmaya çalışılır, böylece içinden çıkılamayan devasa bir bataklık ortaya çıkar. Evet Selahaddin Kürt bir ailenin evladı olarak dünyaya gözlerini açmıştır. Ama bugünkü hastalıklı zihniyet gibi ırkî temele dayalı hiçbir mücadelenin içinde olmamıştır.

Selahaddin, şu veya bu ırkın bir neferi olarak değil, Kudüs Fatihi ve Müslümanların kahramanı olarak temâyüz etmiştir. O Müslüman Kürt’ün, Türk’ün, Arap’ın ve diğer İslam milletlerinin idolü ve ideali olmuş, İslam birliğinin sembolü olarak asırları aydınlatmıştır. O Âkif’in ifadesiyle “Doğunun En Sevgili Sultan’ı” olarak temayüz etmiş, insanlık tarihinde çok az şahsiyete nasip olacak kadar araştırma konusu olmuştur.

Selahaddin Eyyubi babasının idarecisi olduğu Tikrit’te 1137 yılında dünyaya gözlerini açtı. Bir yıl sonra aile Musul’a göç etmek zorunda kaldı. 1139 yılında Baalbek’e 1146 yılında da Dımaşk’a taşındı. Babasının önemli emirleri arasında yer aldığı Dımaşk’ta iyi bir eğitim aldı.

1154 yılında Necmeddin Eyyub ve Şirkuh’un katkılarıyla şehrin Nureddin Zengi’nin hâkimiyetine girmesi Selahaddin için yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Nureddin ile tanışması ona haçlılar ile mücadele etme ve Kudüs’ü fethetme idealinin aşılanmasına sebep oldu. Mısır’a yapılan seferlerde görevlerini başarıyla yerine getirmesi onu Nureddin’in has adamları arasına soktu. 1169 yılında Nureddin’in desteğiyle yapılan üçüncü Mısır seferinde önce amcası Şirkuh’un yardımcısı onun vefatından sonra da vezir ve Nureddin’in temsilcisi olarak Mısır’da görevine devam etmiştir. Selahaddin Mısır’ın zorlu şartlarında Fatımi hilafetine son verdiği gibi tüm komplo ve fitneleri devre dışı bırakmayı da bilmiştir.

Nureddin’in 1174’teki vefatı bölgede büyük bir boşluk oluşturdu. Mısır-Musul arasındaki bölgede kurduğu birlik dağıldı. Onun yerine geçen on bir yaşındaki oğlunun naipleri haçlılarla mücadele etmeyi bir tarafa bırakmış, birbirleriyle kavgaya tutuşmuşlardı. Selahaddin kendi ifadesiyle “Hiçbir beklentim olmadığı hâlde Mısır’a hâkim olma işini kolaylaştıran Allah’ın benden sahil bölgesinin fethini istediğini anladım.” der ve bundan sonraki hayatını İslam birliğini ihyaya ve haçlılarla mücadele etme üzerine kurar.

Selahaddin, 1174’ten vefat ettiği tarih olan 4 Mart 1193’e kadar neredeyse at sırtından inmemiştir. Sultan önce Ekim 1174’te Dımaşk ardından Birinci Cezire Seferi’nden sonra Halep en son da Şubat 1186’da Musul’u hakimiyeti altına alıp bölgede İslam birliğini kurmuş, Haçlılarla mücadeleyi Nureddin’in bıraktığı noktaya getirmişti. Artık yüzünü tamamen haçlılara dönebilir, yaklaşık bir asırdır işgal altında olan Kudüs’ü fethetmenin planlarını yapabilirdi.

Selahaddin 1185 yılında Haçlılarla dört yıllık bir antlaşma yapmıştı. Fakat Kerak-Şevbek kontu Renauld de Chatillon’un 1187 yılının başlarında Haçlıların alışkanlıklarını tekrarlayarak Müslüman tüccarlara ait bir kervana el koyması, antlaşmanın vaktinden önce sonlanmasına sebep oldu. Bunun üzerine Selahaddin Eyyubi hakimiyeti altındaki emirlikleri haçlılarla mücadele etmek üzere toplanmaları çağrısında bulundu.

3-4 Temmuz 1187’de Hıttin’de yapılan savaşta haçlı ordusu (bir kısmı kılıçtan geçirildi kalanlar da esir alındı) büyük bir hezimete uğradı. Savaş sonunda Kudüs kralı Guy, Chatillon, şövalye tarikatlarının liderleri ve şövalyeler esir alındı. Selahaddin daha önce verdiği söz özere Chatillon’u kendisi idam etti, kral ve diğer ileri gelenler fetih sürecinde kullanılmak üzere Dımaşk ve Halep zindanlarına gönderildiler.

Hıttin zaferinden sonra Selahaddin dinlenmeden fetih hareketine başladı. 20 Eylül 1187 tarihinde Kudüs önlerinde karargâh kurana kadar geçen yaklaşık iki buçuk aylık sürede küçüklü büyüklü altmış civarında kale ve şehir haçlılardan geri alındı. Bunların bir kısmı eman karşılığında teslim alınmış, şehirdeki haçlılara dokunulmadan istedikleri yerlere gitmelerine müsaade edilmişti.

Kudüs önlerinde karargâh kurmadan önce müdafilere haber göndermiş, şehri teslim ederlerse istedikleri yerlere gitmelerine müsaade edileceğini söylemişti. Fakat haçlılar sayılarının çokluğuna güvenip şehri savunacaklarını hatta Hıttin’in intikamını alacaklarını ifade ederek reddettiler. Bunun üzerine surlara saldırılar başladı.

Haçlılar eylül sonunda cehennem vadisindeki surun yıkılması üzerine şehri savunamayacaklarını anladılar ve Selahaddin’den eman talebinde bulundular. Görüşmeler neticesinde içerdekilerin kişi başı fidye vermeleri karşılığında eman talepleri kabul edildi. Rivayetlere göre Kudüs 2 Ekim tarihine denk gelen Miraç gecesinin olduğu Cuma günü teslim alındı.

Selahaddin hedeflerinden ikincisi olan Kudüs’ün fethini de gerçekleştirmişti. Fakat durmaması gerekiyordu, yeni bir haçlı seferi başlamadan mümkün olan yerleri işgalden kurtarmalıydı. Üçüncü Haçlı Seferi’nin başladığı 1189 yılına kadar fetihlere devam etti. Sur, Trablus ve Antakya gibi birkaç şehir ve kale hariç Haçlıların işgal ettiği yerlerin büyük bir kısmı geri alındı.

Selahaddin her zaman olduğu gibi dinlenme fırsatı bulamadan Üçüncü Haçlı Seferi başladı. Haçlılar iki yıl boyunca Akka’yı kuşattılar, Alman, Fransız ve İngiliz kralları dâhil Batı’dan birçok kont, dük ve şövalye karadan ve denizden yardıma geldi. Fakat Kudüs’ü alamadılar. Selahaddin çoğu zaman hasta hâlde savaş meydanında kaldı. Yalnız ve yardımsız kaldı ama yine de Kudüs’ten vazgeçmedi. Çünkü O, mübarek beldeyi korumakla rızayı ilahiyi elde edeceğini umuyordu. Nitekim 1 Eylül 1192’de yapılan Remle antlaşması ile Kudüs’ün Müslümanlara ait olduğu tescil edildi.

Selahaddin Kudüs’ü fethetmenin ve korumanın huzuru içerisinde artık kalan zamanını haccetmek ve Rabbine ibadetle geçirmek istiyordu. Fakat yıllardır savaş meydanından ayrılmayan yorgun bedeni isteklerini gerçekleştirmesine engel oldu.

Selahaddin Eyyubi İslam toplumlarının yetiştirdiği ender şahsiyetlerden biridir. Hayatının merkezine inancını ve inancı uğruna mücadele etmeyi yerleştirmişti. Onun mücadelesi rakiplerinin zıddınaydı. Her ne şartta olursa olsun ahlak, adalet, merhamet ve ahde vefa ilkelerinden taviz vermedi. Onun mücadelesi düşmanını yok etmekten ziyade diz çökertmek üzerineydi.

Haçlılar kan, katliam ve gözyaşlarıyla bilinirler, özellikle Kudüs katliamı tarihin en dehşet verici hadiselerinden biridir. Fakat Selahaddin şehri fethettiğinde onlara adalet ve merhametle muamele etmişti. Onun mücadelesi âdeta İslam’ın izzetinin tezahürüydü. Bu vesileyle onu “Fetih İradesi” olarak tanımlamak uygun olacaktır. Sultan bu hasletlerini dönemin zirvesinde yer alan medresedeki eğitiminden almıştı. Bu vesileyle ilme ve alimlere hürmet eder, onları her daim mücadelesinin manevi orduları olarak görürdü. Nitekim emirlerine fethettiği yerleri onların kılıçlarıyla değil, Kadı Fadıl’ın kalemiyle aldığını söylerdi. Etrafında alim ve dervişler eksik olmazdı. Onlarla sohbet etmeyi ve çeşitli konularda fikir alışverişinde bulunmayı severdi.

Çok Okunanlar