Bizimle İletişime Geçin

Kitap

Tadımlık Kitaplar-10 2021 Ağustos

İnsanın yetersizliğine rağmen, ümidimiz ve inancımız; yarımları tamamlayan bir iklimde, muhatap olduğumuz hakikatlerin doğal halini, bir cevher erişim sistemi ile idrak etmekve bunu ön-insan ve beşer olarak değil, “insan” olarak yaşamak ve anlamaktır.”

EKLENDİ

:

1. Dîvân-I Hikmet’ten Seçmeler, Ahmed-i Yesevî (Hazırlayan: Prof. Dr. Kemal Eraslan), Şiir, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 1983. 

  1. Hikmet 

Bî-şek biling bu dünya barça ildin ötere   (Şüphesiz bilin, bu dünya bütün halktan geçer ya;)

İnanmagıl mâlınga bir kün koldın kitere  (İnanma sen malına, bir gün elden gider ya.)

 

Ata ana karındaş kayan kitti fikir kıl         (Ata, ana, kardeşler nereye gitti, fikir kıl;)

Tört ayağlığ çûbîn at bir kün sanga yitere (Dört ayaklı tahta at bir gün sana yeter ya.)

 

Dünyâ üçün gam yime hakdın özgeni dime (Dünya için gam yeme, Hak’tan başkayı deme,)

Kişi malını yime sırat üzre tutara                  (Kişi malını yeme, Sırat üzre tutar ya.)

 

Ehl ü ıyâl karındaş hîç kim bolmaydur yoldaş (Aile, kardeş, kimseler olmaz yoldaş)

Merdâne bol garîb baş ömrüng yil dik ötere    (Mertçe ol garip baş, ömrün yel gibi geçer ya)

 

Kul Hâce Ahmed tâat kıl ömrüng bilmem niçe yıl (K. H. Ahmet taat kıl, ömrün bilmem ne kadar?)

Aslıng bilseng âb u gil yene gilge kitere          (Aslını bilsen, su ve kil, yine kile gider ya.)

 

(Dîvân-ı Hikmet’ten Seçmeler, s. 316-317)

2. Vadiler, Yunus Develi, Öykü, Pruva Yayınları, Ankara 2021.

Aydınlar Vadisi’nden

“Sevgili Ömer,

Var olmak, ayakta kalmak, kendini korumak, bazen terk etmektir. Bekleyip durmanın, bir yol bulamamanın, sığ sularda dönüp durmanın çürütücülüğüne katlanmaktansa, terk etmenin heyecanını ve diriliğini yaşamak daha doğru diye düşünüyorum. Vadiler kirlenmişse, vadi sakinleri hayatın türlü oyun ve eğlencelerine dalıp gitmişse, o vadileri terk etmek gerekir. Böylesi bir yerde kalıp çürümektense içindeki ya da dışındaki bir mağarada sessizce yaşayıp gitmek daha erdemli olmalı. O nedenle, içimdeki sese, öfkeye, hüzne, umuda karşılık bulamadığım, kaygılarımın ve hayallerimin ulu orta heba edildiği vadilerde oyalanmıyorum artık. Tasımı tarağımı toplayıp uzaklaşıyorum oralardan. İnsanlar ne der, diye de düşünmüyorum. Onlar umurumda değil artık. Umursanacak kaç insan var ki şu hayatta? Hem benim için insanların ne dediğinden çok ‘Tanrı’nın ne diyeceği’ önemli ve ben bu soruya cevap aramaya çalışıyorum. Çünkü Tanrı bir gün hepimize bir şey diyecek!

Bir gün bir şey diyecek Tanrı bize. Bu kesin!”

(Vadiler, s. 118)

3. İnsan ve Evren Arasında Kelime -Hakikate Metafor, Mecaza Mukaddime-, Mehmet Önal, Deneme, Kurgan Edebiyat Yayınları, Ankara 2020.

Son Söz’den, 

“İnsan; doğar, yaşar, ölür ama yok olmaz. Böyle diyor kelimeler. İnsanın duygu ve hayalleri, dünyadaki ömür süresine sığmayacak kadar uzun ve çeşitlidir. Sonsuza kadar yaşamak arzusu ve sonsuza kadar anlatılsa bitmeyecek hayalleri, insanın sadece kendisi için ve sadece dünya için yaratılmamış olduğunu fısıldıyor. Anlama ve algılama cihazları, madde planında kalamayacak kadar geniştir ama temsilen anlatılıyor. İnsan, cevhere ulaşamasa da var oluşun sırlarını çözmeye çalışmak ve varlık sürecine girmek istiyor.

Kelimeler ve mecazlar /yaşadığımız görüngü dünyası / temsile bir anlam vermeye çalışan beynimiz içinde hakikat olarak algılanıyor.

İnsanın yetersizliğine rağmen, ümidimiz ve inancımız; yarımları tamamlayan bir iklimde, muhatap olduğumuz hakikatlerin doğal halini, bir cevher erişim sistemi ile idrak etmekve bunu ön-insan ve beşer olarak değil, “insan” olarak yaşamak ve anlamaktır.”

(İnsan ve Evren Arasında Kelime, s. 202)

4. Galîz Kahraman, İhsan Oktay Anar, Roman, İletişim Yayınları, İstanbul 2014.

  1. 38-39’dan,

“Bu hâdiselerin cereyan ettiği devirlerde, devletimiz sanatçıları daha bir ciddiye alırdı. O zamanlar üç grup sanatçı vardı. İlki, devletin halktan topladığı parayla Evropa’ya gönderilenlerden ibaretti ki, bunlar için takdirnameler tanzim edilirdi. Ama ikinciler, daha bir ciddiye alınır, yazdıkları her bir kitap ilgili memurlarca satır satır okunur, haklarında ‘fezleke’, ‘iddianame’, ‘gerekçeli hüküm’ gibi kâğıtlar hazırlanırdı. Artist vesikası verilen üçüncü gruptakiler ise bazı tiyatro kumpanyalarında, daha da acısı pavyonlarda çalışırlardı. Ama yine de pavyonlar o kadar kötü yerler değildi. Çünkü, tuhaf gelecek ama, bir yanıp bir sönen rengârenk leon lambaları, yol iz bilir ve hürmetli fedaileri, cömert garson ve kadirşinas komileri ile bu tür bir mekâna devam etmek, insan olmanın iki yolundan biriydi! Hakikaten de insanlar iki sınıfa ayrılırdı: Yapanlar ve yaptırtanlar. Para, yaptırtmanın bir yolu idi ve bir kadına kendisine cilve yaptırtmak, bir şarkıcıya şarkı söylettirmek, bir dansöze göbek dansı yaptırtmak, garsonlara hizmet ettirtmek ve oradakilere kendisine saygı duydurtmak isteyenler, buranın müşterisiydi. İnsan olmanın diğer yolu ise, âşık olmak, şarkı söylemek, dans etmek, kendi işini kendi görmek ve kendine saygı duymaktı. ‘İnsanı insan yapan aklıdır’ diyen Aristo eğer o pavyona gitseydi, ‘parayı koklatanlar da insan yerine konulur’ fikrine varabilirdi. Kısacası, hayatlarını para kazanmaya adamış şahısların insan onuruna yaraşır bir şekilde yaşamaları, pavyonda gelen hesap sebebi ile, onlara pahalıya patlıyordu.”

(Galîz Kahraman, s. 38-39)

5. Cam Kırıkları Elmas Tanecikleri, Cemil Gül, Sohbet, Mevsimler Kitap, İstanbul 2021.

Gençlik’ten

“Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bir hadis-i şerifinde ne güzel hatırlatır:

‘İnsanoğluna şu şeylerden hesap sorulmadıkça onun ayakları kıyamet gününde Rabbinin huzurundan ayrılmayacaktır: Ömrünü nerede ve nasıl tükettiğinden, Gençliğini nerede yıprattığından, Malını nerede kazanıp nereye harcadığından, Öğrendiği ilimle amel edip etmediğinden.’

Bizler yarın Rabbimiz’in huzuruna varınca, gençliğimizi nerede harcadığımızın hesabını vereceğiz.

Ömrümüzü nerede yiyip bitirdiğimizden, nerede sürdürdüğümüzden, nasıl tükettiğimizden hesaba çekileceğiz.

Şeytanla mı ortak olduk, meleklerle mi iş birliği yaptık, diye kesinkes sorulacağız.

Bu hesabı, Allah’ımızın bize verdiği nimetleri unutmayalım.

Genç kardeşim! Yanlış yaşıyor ve yanlış yola gidiyorsak hemen dönelim.

Yüce Mevla’mız, hatalarımızı kabul ve affediyor. Durmayalım. İrade ve hislerimizi, iman kontrolü altına alalım. Kulluk yolunda, İslam otobanında yürüyelim. Kaza, bela, hata, zina ve isyandan kaçınalım. Sonra ahirette Allah’ımızın huzuruna çıkamaz ve Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) yüzüne bakamaz oluruz.

Unutmayalım: Helâller keyfimize yeter. Haramlara düşerek kendimize yazık etmeyelim.

Haydin kalkın. Hep beraber Allah’a (c.c.), Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.), camiye, helâllere, ve en sonunda cennete uçup mutlu ve huzurlu olalım.

Haramlar zehirli bala benzer. Ağzımızı bir an için olsun tatlandırır. Ama bir müddet sonra bizi ölüm komasına sokar. Aman ha dikkat edelim, ibret alalım, hata yapmayalım.

(Cam Kırıkları Elmas Tanecikleri, s. 72-73)

6. Kara Işıldak, Sedat Umran, Şiir, İz Yayıncılık, İstanbul 1993.

Bizler

Bizler, büyük dünya saatini işletenler geri

Yüreklerimiz çağın döktüğü çelik-tunç karışımı

Arşınlıyoruz ivedi adımlarla mesafeleri

Bilmiyoruz hızımız zamanın bizimle yarışı mı?

 

İliştirilmişiz yukarımızdan çivileriyle göğün

Kurtulup düşsek yakalayacak biri yok aşağımızda

Kuyuya sarkıtılan boş kovalarız; boğuk ve yorgun

Çıkar sesimiz, bütün gücümüz kol ve bacağımızda

 

Bizler, alabildiğine kaçmaların eğitilmiş kişileri

İnançsızlığın aldatan çağrısına uyanlar

Dibine kadar altüst edilmiş umudun kileri

Tehlike bıçağının sırtına yatarak uyuyanlar

 

Bizler, ipleri kopmuş uçurtmalarıyız sevincin

Başıboşluğu özgürlük sanarak avuntu duyanlar

Acı çekirdekleriyiz sevgisizliğin ve hıncın

Karanlığı ciğerlerine çekerek soluyanlar

 

Bizler, iç-dünyalarına çarparak parçalanan

Kuyruklu yıldızlarız; geçeriz evrenden tek tek;

Damarlarımızda Hydra’nın ağuladığı pis kan

İçlerinden çözülenler, dışlarında düğümlenerek

(Kara Işıldak, s. 186)

7. Ortadoğu Günlüğü, Ali Nar, Günlük, Çığır Yayınları, İstanbul 1977.

Arafat’tan,

“Hayret, burası Arafat’a benziyor. İşte de ‘Cebelü’r-Rahme’ ve beyaz sütun… Ve uçsuz çölü dolduran çadırlar… Saf saf soruyorum arkadaşa:

Neden Arafat’tan dolaşıyoruz ‘Mina’ya’ çok yakın yol var ya! Ve anlatıyor durumu; Mücedditler kitap sayfaları arasında uğraşırken bizim pratik ‘Muhtar kafası’ halletmiş. ‘Ümmete ve zamanın gereğine göre’ (!) doğrudan Arafa’ye intikali uyguluyor…

Ve dalıyoruz doğusundan, Arafat meydanına, bütün vadi en az (50 m) genişliğinde üçerden altı şerit halinde gidiş geliş asfaltlar ve bunları birbirine bağlayan beton yollar… Bütün ova parsellenmiş, planlanmış. Çadırlar ve arabalar da aralarındaki geniş kumluk arsalara yerleşince muazzam ve düzenli bir şehir kuruluyor. Çarşılar pazarlar, dırın ve yemek yerleri… Belli aralıkta çeşmeler… Hemen sular akıyor. Arafat Dağının bir tepesinde dev bir depodan bütün ova (ki bir milyon insan) sulanıyor. Bolluk burada, şenlik ve heyecan burada. Şimdi atıyoruz ihramın üst kısmını, peştamalla dolaşıyoruz güneş altında, kumsallarda. Deniz yokmuş, güneş var ya!

Tabii az sonra sıcak çökünce araba gölgesine siniyoruz… Evet araba gölgesinde hacıların peştamalla oturuşu da başka bir festival… Her an avret mahallinden bir bölgenin, belki de başkentin bir göze ilişmesi ve sahibine ‘Kamuflajı’ başaramadığı, daha doğrusu oturmasını bilmediği için ‘Kurban’ cezası gerekecektir.

Burada da haccın disiplini ve dikkat eğitimi, kendini kontrol yönünden harika. Ve iki türlü oturuş bunu halleder. Ya yumuşak kumda diz çökeceksin ya da düz oturup ayaklarını uzatacaksın, ama öbürünün üzerine dikkatlice makaslayacaksın.

Bir dizini bükmek veya sere serpe oturmak… ‘Kan’ ister! Yürürken bel kemerinin sağlam olması önemlidir. Ancak kayalar tırmanırken ve eğilip doğrulurken, oturup abdest alırken ihramın arka eteğini öne çekerek tedbir almak gerekir.”

(Ortadoğu Günlüğü, s. 237-238)

Çok Okunanlar