Hatırat okumanın yeri başkadır benim için, hatıra yazmanın da. Hatırat okumaya değer bulurum kendimi. Gizli bir hazinedir Allah. Sevilmek ve keşfedilmek ister. Severim Yaratanı. Ve gizli bir hazinedir insan. Sevilmek, keşfedilmek, hissedilmek, anlaşılmak ister. Severim yaratılanı da. Yaratandan ötürü.
Şu dizeydi Cemil Hoca hatıratının bana çağrıştırdığı: “Mütevazı olanı rahmet-i Rahman büyütür.” Siz motto da diyebilirsiniz. Ben payıma düşen nasihat diyeyim izninizle.
Rahman’ın has kulları var elbette yeryüzünde. Güzel ahlakı temsilen yaratılmışlar. Onları tanımak, onlarla hemhal olmak en büyük bahtiyarlık.
Mevsimler Kitap’tan yayımlanmış kitap. Cemil Hoca/ Hatıralar… Şahitlikler…
İki ana bölümden oluşuyor eser. Ve üçüncü bölümde fotoğraflar var. İlk bölümde Cemil Hoca’nın kendisinden okuyoruz hayatını, hatıralarını. İkinci bölümde farklı sosyal statülerde insanlar sanki vakfede, Arafat’ta bir araya gelmiş, bir hocanın, bir insanın iyiliğine güzelliğine şahitlik ediyorlar. Üst düzey yönetici, memur, bürokrat, tüccar vs. ile birlikte ailesinden ve hatta torunlarından da ona şahitlikte bulunulmuş yazılarla. Mütebessim bir çehre, hoşgörülü, hal bilen, herkese bir vesile ile iyiliği dokunmuş ve üslup sahibi bir Müslüman olması herkesin ortak kanaati idi. Allah hepsinden razı olsun.
Gittiği Yere Sevinç Taşıyan Müslüman
“Güzel Bir Baba Dostu Cemil Hoca” başlığıyla Takriz yazısında Prof. Dr. Mehmet Görmez’den bir hadisle aktarıyorum: “Cemil Hoca, gittiği yere sevinç taşıyan Müslüman.” Bir gün Allah Resulü’ne sorarlar “En faziletli amel nedir ya Resulallah?” Allah Resulü buyururlar: “Müminlere sevinç taşımak” Bayezid-i Bistami’ye sorarlar: “Bu dereceye nasıl vasıl oldun?” El- cevap: “Müminlere sevinç taşıyarak” Sadece din görevlisi olmamıştır Cemil Hoca, din gönüllüsü olmuş; ilmin, edebin, güzel ahlakın, merhametin, digergamlığın adı, örneği olmuştur.
1942 Artvin Ardanuç, Peynirli/ Kaptahor Köyü’nde dünyaya gelir Cemil Gül. Babası çiftçidir. Mustafa Gül’ün altı çocuğunun üçüncüsüdür. İlkokulu Peynirli Köyünde bitirir. Ortaokul ve liseyi yıllar sonra dışarıdan bitirmiştir. Ardanuç’ta Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı yatılı bir kursa gider, Kuran eğitimini ilk burada alır. Bir yıl devam eder kursa. 1957 yılında Erzurum’un Olur ilçesi İniset Köyünde Sadık Hafız’ın yanında hafızlık eğitimine başlar. Bu köyde bir yıl kaldıktan sonra İstanbul’a gider. Fatih İsmailağa Kuran Kursu’na başlar. Bir buçuk yıllık eğitimden sonra Mehmed Zahid Kotku Hazretlerinin yardımı ve referansıyla Gaziantep’e geçer. Oradan eğitimine devam etmek için Şam’a gider. Şam’daki Hocası ise Seyda Mehmet Emin Er Hocasına gönderir onu. 1962 yılında üç arkadaşıyla Gaziantep- Nizip- Kıratlı/ Kertuşe Köyüne gelirler. 1964 yılında Hocasının kızı Saliha Hanım ile evlenir. Altısı kız, iki erkek sekiz evladı olur. 1966 yılında askerliğini yapar ve Nizip’te farklı yerlerde resmî imam hatiplik görevine devam eder. 1995 senesinde emekli olarak Avrupa Millî Görüş Teşkilatı’nda görevli olarak Hollanda’ya gider. Adeta bu görevin emekliliği yoktur, denebilir. Resmî ve gönüllü birçok kuruluşta çalışmış, yılmamıştır. Köşesine çekilip artık bana hizmet edilsin diye beklemez Cemil Hoca. Halen Hakk’a, dine, hakikate, Hakk’ın nuru, dünyanın gözbebeği insana hizmete devam etmektedir. Rabbim ömrüne afiyet ile bereket ihsan eylesin.
Cam Kırıkları Elmas Tanecikleri adlı bir kitabı Mevsimler Kitap tarafından basılmıştır.
Hep Özlenen Bir Baba
Cemil Hoca hatıratını okurken bir mesaj düştü telefon ekranıma. Tam da daha önceden okuduğumda da samimiyetini hissederek işte dünya bu, en yüce makam da bu olmalı dediğim ifadeler ön söz niyetine de tekrar etti kitapta, mest etti yeniden. Cemil Hoca’nın muhterem evladı Mehmet Nezir Gül’ün kaleminden: “Ne zaman evden çıksam akşama varmadan bin defa milyon defa (En büyük rakam buydu değil mi?) özlüyorum, hatırlıyorum onu; tıpkı annemi, çocuklarımı, eşimi, kardeşlerimi, dostlarımı hatırladığım, özlediğim gibi. Onlara kalpten bir selam, duyulmaz bir kelem, görünmez bir öpücük yolluyorum, göz kırpıyorum tebessüm ederek, (sonra kimsenin beni bu halde görüp görmediğini merakla sağa sola bakıyorum) onlar da hemen karşılık veriyorlar. Ben bir tane göndermiştim, gelen milyon tane sevgi halecikleri beni mutluluk deryasına daldırıp daldırıp çıkarıyor.”
Kitabı yayına hazırlayan, tabiri caizse değerli babası Cemil Hoca’yı hatırat yazmaya ikna eden ve şahitlerin yazılarını bir araya getiren Cemil Hoca’nın ifadesi ile Kibaroğulları ailesinden, Seyda Emin Er Hocanın da torunu, Cemil Hoca’nın iki erkek evladından büyük oğlu, kıymetli bir Müslüman kalem Mehmet Nezir Gül. Güzel bir şahitlikle önder bir insanı tanımamıza vesile oluyor bu eserle. Evet, bazı hayatları tam anlamıyla şartlar değiştiği için yaşayamasak da halin sirayet ettiği gerçekle hâllenmiş oluyoruz. Ve dua ediyoruz: Ya Rabbi! Sevdir bize sevdiklerini. “Ben bir kulumu sevdim mi, göktekiler ve yerdekiler de onu sever” Sevdir bize hep sevdiklerini!
Kitaptaki yazılardan Ardanuç isminin nereden geldiğini, Artvin’i, Gaziantep ve özellikle Nizip’i, İstanbul’un 1950’lerdeki manevi iklimini ki Mahmut Sami Efendi, Mehmet Zahit Kotku Efendi, Mahmut Ustaosmanoğu, Hüseyin Hilmi Işık, Mehmet Gönenli, Muzaffer Ozak büyüklerimizi, Cemil Hoca’nın Şeyh Nazım Kıbrısi ile tanışmasını, Muhyiddin İbn Arabi’nin mezarının ortaya çıkış menkıbesini, İmam Hatip Liselerinin açılışı ve kapanmaması için nelerin yapıldığını, misafirin nasıl bereket demek olduğunu, dostluk ve vefayı, ticaretin nasıl olması gerektiğini, babacan tavrı, peygamber ahlakını, Hz. Ebubekir tavrını, veciz konuşmayı, şükrü, insanlara teşekkür etmeyi, daima verebilmeyi öğrendim. Ki irfan ehlinden sohbet dinlemek, insanı dinginleştiriyor. Bir derdinize bin derman bazı kitaplar… İyi ki varlar.
Cemil Hoca’nın tespih ve saatlere ilgisi varmış. Hâlâ da severmiş tespihi ve saatleri. Bu minvalde hatıralar okumak da tebessüm ettirdi kitapta. Bazen tebessümle bazen de duygulanarak okudum satır satır.
Size Cemil Hoca’nın anlattığı bir kıssadan hisse hikâyeyi özetlemek isterim. Hayatının özeti gibi bir hikâye…
Bir zamanlar evde oturup pinekleyen, çalışmayan bir adam varmış. Hanımı, sürekli onu çalışmaya teşvik edermiş. Bir gün yine dayanamayıp “Efendi haydi kalk, pazara git. Bizim ineğimizi de al götür. Alışveriş yap. Akşama kadar yapacağın alışverişlerle çok kazançlı çıkarsın, büyük tüccar olursun böylece.” demiş.
Adam kalkmış ve yola çıkmış. Pazar yerine gelmiş ve ineğine müşteri beklemiş. Onun biraz saf olduğunu anlayan biri; “Benim koçum var, işte görüyorsun. Bu koç, Hz. İsmail’in yerine kurban edilen koçun neslinden. Çok mübarektir. Soyludur. Ne dersin, değiştirelim mi? demiş. Adam düşünmüş taşınmış ve “Madem mübarek bir nesilden geliyor, bizi sırattan geçirir inşallah. Değiştirelim. Hem maksat alışveriş olsun.” demiş.
İneği vermiş, koçu almış. Bu mesele duyulmuş. Değişik müşteriler gelmeye başlamış. Birinin sözü hoşuna gitmiş. “Benim bir keçim var. Bunun sütü bu memlekette hiçbir yerde yok. Sana da ailene de geçiminizi sağlamaya yeter.” demiş. Adam da “Tamam o zaman, bu koç ile senin keçiyi değiştirelim. Maksat alışveriş olsun.”
Az sonra başka biri gelmiş. “Elimdeki horoz dünyanın en akıllı horozu. Namaz vakitlerini hiç şaşırmaz, demiş. Keçi ile horozu değişmiş.” Ondan sonra biri gelmiş, “Elimde bir takke var, Mekke’den geldi, her namazda Mekke’ye gitmiş gibi olursun” demiş. Horozu verip takkeyi almış. Yolun yarısında kuyu başında mola vermiş. Takkeyi kuyuya düşürmüş ve çok üzülmüş. Kara kara düşünürken bir kervan gelmiş. Yüklü develer, atlar, sıra sıra dizilmiş. Bezirgânın dikkatini çekmiş adam. Adama ne yaptığını sormuşlar tabii. Adam başına gelenleri anlatmış. “Adama seni hanımın eve almaz, eve gidince bütün bu olanları hanımına anlat, seni eve alırsa sana bir deve yükü altın vereceğiz” demişler. Adam eve varmış. Hanımına heyecanla başına gelenleri anlatmış. Kadın “Vay benim kocam neler yapmış ne kadar zor bir gün geçirmiş” demiş. “Senin başındaki takke kuyuya düşmüş ne önemi var, sen kuyuya düşmedin ya! Sen hoş geldin safa geldin.” demiş. Bezirgân bir deve yükü altını, şaşkınlık içinde adama vermiş.
İşte, diyor Cemil Hoca “Benim ticaretim de böyle oldu. Belki çok kandırıldım ama hanım hep bana destek oldu ve Rabbim de lütuf ve keremiyle bana ikramda bulundu.”
Cemil Hoca’nın eşi Saliha Hanım, ismi ile müsemma, hocası Mehmet Emin Er’in emaneti, büyük bir evin sorumluluğunu yerine getiren ve güzel anılan bir Hanımefendi. Ve kitap buyunca hep hocanın yanında eşi hanımefendinin ve evlatlarının olduğunu hissediyorsunuz. Eşi hanımefendinin vefatı ile müteessir Cemil Hoca ancak kavuşma iştiyakı ile ümitli.
Rahmet ve Hasret ile Yâd Edile
Şeyh Sadi şöyle der: “Öyle faziletli bir hayat yaşa ki, vefat ettiğin zaman insanlar; ‘Bir güneş battı, bir yıldız kaydı’ diye rahmet ve hasret ile yâd etsinler.”
Kendi hatıratında şöyle diyor Cemil Hoca: “İmam Cemil de son durak olan mezarda inecek. Üşümesin diye ağır ağır taşlar koyacaklar. Toprakla iyice höyüklenince iki tane taş, biri ayak tarafına, diğeri baş tarafına. Oraya da doğum ve ölüm yazılır. Birkaç sene sonra ne tırnak ne de kaş kalır.” Duygulanarak okuduğum yerlerdendi. Güzel bir akıbet inşallah duasıyla…
Cemil Hoca’ya “Bazı insanlara bakarsak Nizip’te, senin heykelini dikmeliyiz. Bazılarını da dinlersek seni meydanda sallandırıp idam etmeliyiz.” deniyor. Bu böyle değil midir? Müslüman dünyayı yurt edinmemiştir ki… Peygamberlerden beri insanoğlunun kaderi… Rabbim şahitliklerimizi kabul etsin ki Cemil Hoca, dünyanın en zengin insanıdır. Samimiyet ve tevazu ile bereketli geçmiştir ömrü. Her zaman duaya talip olmuştur. Hesapsız kitapsız yaşamıştır. Allah rızası için. Allah ondan ebeden razı olsun.
Güzel bir son ile “Ellerinden öperim” diyerek bitirmiş Mehmet Nezir Gül kitabın son yazısını. Biz de kendisine hayır dua eder, dualarını umarız. Hürmetle, ellerinden öperek…
