Bizimle İletişime Geçin

Edebiyat

Sessiz Çığlıklar Vadisi, Sesimi Al ve Bir Muska Gibi Kalbinin Üstünde Taşı

EKLENDİ

:

Ey iyiliğin ve kötülüğün çemberinde dönen. Kendini kendine bırakmak çare değil. Bir uzatılacak dal, bir uçurum çiçeği hiç değil. Kendini azade kılmak yolun üzerindeki taşlardan dikenlerden çare değil. Ey gece hadi beni uyut. Beni dinlendir. Yıldızlarını, bilumum seyyarelerini üzerime yığ da bana bir iyilik uykusu bağışla. Zihnimi yıka da mehtabın cazibesiyle göreyim.

Beni aşır uçurumlardan. Beni indir dağlardan. Beni öp ne olur. Beni sev. Beni benden bil. Bana umut telkin et, bana ab-ı hayat sun. Hanemize ifrit uğramış da fitne fesat koymuş ortaya. Bir ateş yakmış ki ormanlarımın vay haline. Bir vuruş vurmuş ki hadi ayağa kalkabilirsen kalk bakalım. Elimi, ayağımı, gözlerimi, bedenimi ablukaya almış ki bana kıpırdayacak bir güç bırakmamış.

Etrafımı öyle sinsice öyle şeytani bir düzen ile çevirmiş ki farkına varıncaya kadar vay halime. Vay benim başıma gelene. Vay gelecek olana.

Ağıtların ulaşamadığı yer kaldı mı?

Kaldı mı kandan elbiseler giymiş anaların evlatları?

Ey acılarına kardeş olduğum, acılar büyütemez ki beni. Hep öyle naçar hep öyle yıkık duvarlar dibinde, harabeler içinde güneşi özleyen bir cılız beden olarak, hep orada yapayalnız ve hüznün dağladığı yüreğim çaresiz ve öyle bir derde düşmüş ki yoktur ilacı. Öyle işte! Başına sarılan belayı def etmenin erdemini duyumsadığında, oyuna dalmış çocukların acı çığlıklarını yüreğinde duyduğunda ve geçmiş bir yalnızlığı tekrar tekrar içine gömdüğünde anlamış mı olacaksın dünyanın ne kadar acımasız bir yer olduğunu. Ey acısını sevdiğim, acısını kendime bir acı olarak bildiğim yaslı yüreğim! Ağlamayı bir sanat haline mi dönüştürdün yoksa? Yoksa ağlamadan tükenmez mi bu hıçkırıklar?

Bu acılar bitmez mi güneşin tekrar tekrar doğduğu sabahlarda?

Öyleyse haydi bir defa daha itiraf edelim,

Güneşin yüzüne kara çalmak kimin haddine!

Baktım ki uçurumdayım. Uçuruma eğildiğimde bana cilve yapıp elini uzatıyor. ‘Gel’ diyor yani. ‘Gel de beni ben olarak anla’ diyor. Bense büyük bir hayret içinde ‘çiçeğim orda kaldı’ diyorum. Şaştım da kaldım bu işe diyemiyorum. Çiçeklerin birer çiçek olduğunu diyemiyorum. ‘Kendimi kendime düşürdüm, saçımı başımı yoldum’ da diyemiyorum. Çiçeğim orada kaldı. Elimi uzatsam bir çığlık kopacak biliyorum.

Bir tarafım yok olacak biliyorum. Bu çığlıklar beni öldürecek onu da biliyorum. Lâkin çaremi uçuruma bıraktım ki bir ilaç olsun bana. Derdime bir derman bulayım. Ey uçurum; asırlardır bin bir çile ve gayret ve itina ve imtina ile büyüttüğüm nazlı çiçeğimi uçurumunda saklayan zalim, ben ne yapayım şimdi? Başımı hangi taşa vurayım? Hangi yola baş koyayım? Hangi yolda başımı vereyim? Hadi uzatma artık yalnızlığımı, beni sev, beni bağrına bas, beni güzel çağır. Çünkü ben sen’im, sen ise bensin. Ey uçurum, baksana sende açan çiçeğimin yakarışına, yalvarışına, asil duruşuna. Ne kadar derin bir uçurum olursan ol, mademki çiçeğim sende açıyor:

Mademki sen varsın, her şeye rağmen

Sen benim yurdumsun ey uçurum!

Daha Fazla Yükle

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çok Okunanlar