Sinema
Sinema, Gerçeklik ve Hakikat Tartışmaları The Posthuman Üzerinden
Küresele karşı küresel ama tüm niceliksel-seküler-ticari-kariyer laflarının ve imajlarının üstüne yeni sözlerle yeni kavramları kurabilen, posthuman eleştirilerini küresel bazda ifade edebilen yeni zihinsel inşa olmadan yeni yönetmen ortaya çıkmayınca sinema bir küresel sömürge aracı olmaya edecektir.
EKLENDİ
-:
Yazar:
Murat ÇelikTheodoros Angelopoulos Adana’da gerçekleştirilen film festivalinde yaptığı konuşmada sinemanın büyük anlatılarının bittiğini söylemişti. Mealen sinemanın ağırlıklı olarak büyük toplumsal söylemler ile bireysel arasında bir kesitte ilerlediğini eklemişti. Sosyolojideki teoriler de büyük, orta ve minimal olarak kısımlara ayrıldı. Fakat gerçeklik, zihnin dışında gerçekleşen anlamında tek olarak realize olmaya devam ediyor. Bir de hakikat var ki o tekin teki ama ulaşılamaz olarak ya da herkesin kendi yorumuna irca edilen olarak dokunulmaz / dokunulamazlığını sürdürüyor. Edebiyatta da bunun karşılığını izaha gerek var mı bilemem ama orada da aynı bölümleme ve küçük teori ve yaklaşımların her yere damgasını vurduğu iddia edilebilir.
Büyük anlatılar çöktü. Küçük anlatılar egemen. Yalnızlaşan bireyler, aile ile bütünleşenler, sosyal gruplarla var olanlar büyük sistematik yaklaşımlara kulaklarını tıkadılar. Madem sinema dünyalı o zaman sinema da bu toplumsal ve bireysel yapıya uydu. İdeolojiler bazı sosyal gruplarla marjinalleşerek tarihin kenarında bir yerde ve asla tarihin öznesi olamayacak konumda beklemeye devam edecek görünüyor. Mantık ve epistemoloji cephesinde tekli bir sistem yok. Çoklu mantık ve evrelere göre belirlenecek çoklu sistemlerden bahsediliyor. Felsefe, her şeyin felsefesi değil artık ne hakkındaysa onun felsefesine evrilmiş görünüyor.
Alanlar alanları, bölümler bölümleri, kısımlar kısımları doğurmaya devam ederken zihinsel ve içgüdüsel hız insanı parçalamakta hiç zorlanmıyor. Nedir bu olan biten? Bu hiç bitmeyecek bölümlenme ile hız ve haz arasında insan nerde? Beşere evrilirken, homo sapiense yani geriye doğru ilerlerken Rosi Braidotti kalkıp “the posthuman” olarak yani durumu bir ilerleme insan ötesi evrilme olarak kaydetmeye çalışması bir illüzyon mudur yoksa gerçek midir? Niçin tartışılmaz? Posthuman beşeri bilimler, posthuman sanat ve posthuman sinema başladı da biz seyretmiyor muyuz? Bütün bunlar sinema tartışmaları olarak bir süredir tartışmaya çalıştığım tabiri caizse sesli düşünmeye çalıştığım, bu dergilerin sinema sayfalarında kalmasın diye arşivleyip yeni bir kavrayışla sizlere sunduğum, zihinsel yolculuğumda geldiğim 2017 Mayıs sıkıntımdır. Modernhuman oldu posthuman.
Sinema Godardın “Dile Veda” filmiyle boğazımıza düğümlenmiştir. Şimdi yapmamız gereken Deleuze ile sinemanın imkanlarını yeniden düşünmektir. Bu Deleuze felsefesiyle olmayacak. Hatta bir Batı düşünürü ile olamayacak. Batı sözü düşürdü ve imajı yitirdi. Bilim her şeyin teorisini ya da ilkesini vadediyor. Bu büyük vaat bu büyük tekillik nasıl hakikate giden doğru bir işaretse sinemanın da felsefenin en büyük imkanı olduğu öylece sahihtir zihnimde.
Yeni adlarla yeniden sömürgeleştirmeye ikna ettiği zihinlerde siyasal, edebi, sanatsal, işlevsel bölümlenme ve minimalize oluş ilk etapta çelişki gibi geliyor. Tek tip iletişim kanalı, tek tip popüler kültür, tek tip haz, tek tip idol vb. tek tip yozlaşma var. Çeşitliliği de suni bir çeşitlilik ve tatları ya aynı ya da benzer. Neo kapitalizm küresel kültürler üreterek kendini yenilerken bütün sahici insan alanlarını ideolojiyi, siyaseti, edebiyatı, sanatı ve diğerlerini küçük küçük kırpıntılara çevirerek bütün varoluşlarını flulaştırmış ve bunu da bu alanların sözde uzmanları tarafından savunulur hale getirmiştir.
Eleştirel okul var mı? Habermas nerede ve Althuser nerede? Marjinal dünyalarında sistematik yalnızlığa mahkûm edildilerse sosyal bilimlerin konusu istatistiksel sonuçların büyülü dünyasında hangi insana hizmet edebilecektir? Disiplinlerarası ya da posthumandaki gibi sanat ve herhangi bir bilim alanının bir kısmının bir bölümünün alt dalı arasındaki ilişki grafiksel okumaya tabi tutulduğunda hangi hakikate hadi hakikat olmasın hangi gerçeğe tekabül edecektir? Fazla uzatmadan niceliksel grafik hangi şirkete ya da sermayeye ya da kariyer arayışındakine ne katkıda bulunabilecektir diye soralım. Nicel boğucu bir yoğunlukta boğazımıza yapıştı. Artık beslenme bitti. Bu çağın sinemasını yönetecek yönetmen beslenemez hale geldi. Ayakta kalacak şekerli ve tuzlu suyu yanından eksik edilmiyor sadece. Bunalım çağında seküler din de kurtaramaz. Thomas Luckmann “görünmeyen din” ile anlattı. Seküler din mi olurmuş demeyin aman. Din imaj ilişkisi din hakikat bağlamına derin darbeler indirdi. Şimdi bütün bunların arasında sinema neyin filmine evriliyor? Harry Potter ve avatar arasından matrix ile dine hatta tasavvufa yol bulmaya çalışan kafanın posthumancıların karşısında inandıkları tek bir şey var aslında. Kölelik çağlarında kölelerin inandırıldıkları bir şey. Biz zaten köle doğduk yapacak bir şey yok.
Küresele karşı küresel ama tüm niceliksel-seküler-ticari-kariyer laflarının ve imajlarının üstüne yeni sözlerle yeni kavramları kurabilen, posthuman eleştirilerini küresel bazda ifade edebilen yeni zihinsel inşa olmadan yeni yönetmen ortaya çıkmayınca sinema bir küresel sömürge aracı olmaya edecektir. Farkındayım bu büyük anlatı çoğunluğa iğrenç gelecek. Ama ben de dönüp derim ki hazlarınızı siz mi belirlediniz yoksa belirliyormuş mu zannettiriliyorsunuz? Yoksa söz düşmez dile veda demezdik. Niçin dedik?
Beğenebileceğiniz Gönderiler
Çok Okunanlar
- Şahsiyet-
Mehmet Âkif…
- Söyleşi-
D. Mehmet Doğan: Bizim Hakikatle Temasımız Kelimeler Üzerindendir
- Düşünce-
Bilim ve Bilimizm: Coğrafya Dersi mi Din Dersi mi?
- Söyleşi-
Yazar Ahmet Melih Karauğuz: Yaşamadan Yazamayız, Yazmadan Yaşamı Anlayamayız
- Kitap-
“İnsan Olmak” Üzerine
- Edebiyat-
Sarı
- Tarih-
II. Abdulhamit ve Sosyal Devlet
- Din ve Hayat-
Ya Hayır Söyle, Ya Sus