1. “KUTADGU BİLİG”, Yusuf Has Hacip, (Çeviren: Ayşegül Çakan), Şiir, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 2018.
Hakanın Aytoldı’ya cevabı’ndan (s. 85) 872-883. beyitler
“Hakan dedi: İyi iki türlüdür
Bunlardan biri doğrudan iyilik yolunu tutandır
Biri anadan doğma iyidir
Bak iyi olup doğru yolda yürür
Bir diğerinin iyiliği ödünçtür
Kötüye katılırsa kötülük yapar
Kötü de iki türlüdür yine
İkisi de aynı ayarda sanma
Doğuştan kötüdür bunlardan biri
Bu insan ölmeyince arınmaz kiri
Diğeri öykünerek kötü olur
Arkadaşı iyiyse iyi olur
Doğuştan iyiden hep iyilik gelir
Dünya halkı ondan faydalanır
Doğuştan kötünün yoktur ilacı
Dünyaya beladır, halka acı
Buna benzer bir Türkçe atasözü var
Dinle, anla ve bunu özüne al
İyilik ana sütüyle gelirse insana
O insan ölünceye kadar yolundan dönmez
Yaradılıştan gelen davranış
Ölüm bozmadıkça bozulmazmış
Ana karnında oluşan yaradılış
Kara yer altında biter artık”
2.“GÜN OLUR ASRA BEDEL”, Cengiz Aytmatov, (Çeviren: Refik Özdek), Roman, Ötüken Yayınları, İstanbul 1991.
XII. bölümden (s. 391)
“Yelizarov ona iri iri elâ gözleriyle şöyle bir baktı, bir anda ciddileşti ama hemen ardından, gülümseyerek, yüzünde tatlı kırışıklıklar oluşturdu.
Bu bahar başka bahar, söylediğim o coşku başka coşkudur Yedigey. Hayat değişmelerle, yenilenmelerle doludur. Her değişim ömrün geçip gittiğini gösterse de hayata anlam kazandırır ve insan yaşamak ister. Senin de başına gelmedi mi? İnsan hastalanır ve sonra iyileşir, iyileşince hayatın değerini daha iyi anlar, ondan yeni bir tad alır.”
3 .“SESSİZ GÜRÜLTÜ”, Abdullah Öztemiz Hacıtahiroğlu, Şiir, Yağmur Yayınları, İstanbul 1962.
Bu Ev’den (s. 34)
“Eve misafirin hepsi bir gelse,
Bilirdim bunların her biri kimdi,
Tanırdım kapıya bir fakir gelse,
Görürdüm çatıdan geçse bir kedi.
Bilsen yüreğime nasıl inerdi!
Ben yaşta bir erkek misafir gelse.”
4. “SİLİK FOTOĞRAFLAR”, Orhan Okay, Hatıra, Ötüken Yayınları, İstanbul 2001.
Kazan Türklerinden Bir Veli’den (s. 57)
“Abdülaziz Efendi Kazan Türklerindendi. Oradaki hatıralarından çok nâdir olarak bahsederdi. Belki başkalarına daha fazla anlatmış olabilir. Bir konuşma sırasında Hilmi Ziya Ülken’le akraba olduklarını söylemişti. Teyze çocukları gibi bir yakınlıkları varmış. Abdülaziz Efendi’nin bir hususiyeti de her yaşta, her seviyede ve her sınıftan insanlarla çok kolay bir şekilde diyalog kurabilmesiydi. Bu yüzden evine her çeşit insan gelmişti. Bir defasında da bir arkadaşımız, şifa ümidiyle, alkolik bir adamı kendisine getirmek için izin isteyince, ‘Buraya her çeşit insanı getirebilirsiniz, yalnız kibirli olmasın, çünkü kibirli insan şeytana satılmış demektir’ demişti.”
5.“MUHTEMEL MENKIBELER”, Mehmet Harmancı, Öykü, Hece Yayınları, Ankara 2010.
Biz de Ali’yi Severiz Hem de Nasıl (s. 37)
Yemen ellerinden beri gelirken
Turnalar Ali’yi görmediniz mi? (Türkü)
- Abi baksana telefona!
- Niye?
- Çalıyor işte!
- İyi de kırk yıldır çalar hiç bakmadım ki!
- Niye bağlattın o zaman?
- Ali ararsa diye…
- Eee, Hz. Ali arıyorsa hadi? Niye açmıyorsun?
- Kafan iyi mi senin! Hz. Ali telefon açar mı yahu? Cahil zamanımızdı öyle sanmıştık. Telefon bağlatmıştık.
- Öyle ise kapattır hattı, hepimiz kurtulalım…
- Ali’nin hürmetine açtırılanı kimin haddine kapattırmak! Hem onun her çalışında ben, Hz. Ali’nin Hayber kapısını omuzladığında kapının tokmağının çıkardığı şıngırtıyı duyuyorum 6“AŞK MEDENİYETİNE YOLCULUK” Ahmet Sezgin, Deneme, Etüt Yayınları, Samsun 2017.
- Edep Yahu’dan (s. 80)
“Aşkı gönlüne nakış nakış ören, kâinat kitabını Yaradan’ın adıyla aşkla okuyan, nurlu bir şafak vakti doya doya ağlayan, vahyin ebedi soluğuyla yürek devletini kuran, gönül fatihi olup yürekleri fetheden, Hz. Davut gibi âleme hoş seda salan, günahları sebebiyle Allah’tan ve kullarından utanan, kalem ve kelamı, oturup kalkması, yürümesi, giyim kuşamı, gülüp ağlamasıyla edep timsali olan gönül erlerini, edep kahramanlarını ne kadar da çok özlüyoruz.
İhlas teknesi delindi, hayâ semaya çekildi. Şafak kızardı hayâdan, edep toz duman oldu. Kıymetlerin kıymetini bilemedik. Edebin yokluğu hayatımızda ve ruhumuzda derin bir yara oldu.
Gönlüm hep seni arıyor, neredesin sen?”
7. “OSMANCIK”, Tarık Buğra, Ötüken Yayınları, Roman, İstanbul 2004.
- Dördüncü Bölüm’den (s. 267-268)
“Zaman Osman Beği umursamadan akıp gitmekte ama Osman Bey de zamanı umursamamaktadır. Bu hızlı akış onu tedirginleştirmiyor, telaşlandırmıyor, sabırsızlandırmıyor, korkutmuyor ve öfkelendirmiyor. Çoktan çözmüştür büyüyü o. Şu koskoca yuvarlağın, dünyanın, kime, ne için ve nasıl küçüleceğini çoktan anlamıştır.
(…)
Her savaşı zaferle sonuçlanmakta ve Osman Beğ her zaferden sonra, teslim olan kalelere haklar, ihsanlar, adalet yağdırmakta; buna karşılık direnip savaşanları yendikten sonra, kahr etmekte; köylerini, kentlerini yağmalattırmaktadır.
En kesin buyruğu ırza ve kadınlarla yaşlıların ve kılıç kullanmayanların kılına dokunulmamasıdır. Yağma dışı mal ve tutsak edinenlere karşı acımasızdır.”