Bizimle İletişime Geçin

Kitap

Tadımlık Kitaplar-8 2021 Haziran

Hobbes’un ‘insan insan için kurttur’ sözü, Allahsız bir medeniyetin biricik şiarı. Liberalizmin hürriyeti hür bir kümeste hür bir tilki hürriyeti. Bu kalpsiz ideolojinin insanlığa hazırladığı korkunç istikbal, nazariyecilerin şairane palavralarına rağmen sahneye çıkar çıkmaz sezilmişti.

EKLENDİ

:

1.Kısasü’l-Enbiyâ (Peygamber Kıssaları), Nasiruddin Bin Burhanuddin Rabguzî, (Çeviren: Dr. Aysu Ata), Tarih, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1997.

  1. varaktan, 

“Bir gün Resul (a.s.) söyledi: O gelince beni dağdan indirdi, adağını yere yatırdı, bir pınar belirdi, kendi taharet yaptı, bana da yaptırdı. İki rekât namaz kıldı, ben de onunla namaz kıldım, ondan sonra söyledi: “Ey Muhammed (s.a.s.) namaz budur.” Cebrail’in yeşil elbisesi vardı, o vakit Hatice (r.a) iman getirdi. Üç güne değin bu haber Mekke’de yayıldı. Ali (r.a.) gelip sordu: “Ya Muhammed (s.a.s.) bu, ne iştir?” Resul cevapladı: “Bu, Tanrı’nın dinidir. Bu dine girer misin?” Ali (r.a.) cevapladı: Atalarımızın dininin tersine değil mi? Bir zaman düşüneyim.” Bir zamandan sonra gelip iman getirdi. Mekke halkı (şöyle dedi): “Muhammed ve Ali birleşti. Derhal bu ayet nazil oldu: “Nûn. Kaleme ve kalemin yazdıklarına andolsun ki, / (Ey Peygamber!) Sen cinlerden ilham alan dengesiz biri değilsin. Bilakis Rabbinin peygamberlik lütfettiği birisin.” (Kalem (68) 1-2) Ondan sonra Resul (a.s.) iki rekât namaz kıldı, Mekke’den hicret kılıp Medine’ye varmazdan iki yıl önce, Miraç Gecesinde bu beş vakit namaz farz oldu.” (s. 276-277)

2. Şiirler, Cahit Zarifoğlu, Şiir, Beyan Yayınları, İstanbul

Ve gözüm eşyada değil

Yoruldum maddemden

Ta ki dünya bitti     

Köşk kurdum sakin oldum

 

Dehlizsiz ve tabakasız

Kör bir hayvan gibi

Rızkına etiyle yanaşan

Karanlık birevDir gövdem

 

Güneşte asla karanlık yoktur dediler

Ve onlar yoluna cihet ettim vatan tuttum

Büyük yeni bir hayat bildim

 

Büyük yeni bir hayat bildim

Yeni yeni bildim yoksa ölüyordu bir şey

Bir insan binası yıkılıyordu durmadan

(Şiirler-Menziller, s. 302)

 

3. Mansur Bey Turfanda Mı Yoksa Turfa Mı?, Mehmet Murat, Roman, Med Yayınları, İstanbul 1979.

Sekizinci Fasıl “Mukaddes Hizmet” Adına Bir Adam’dan, 

Şiddetli bir tokat sesi odayı çınlattı. Frenk yuvarlanmıştı.

Mansur, tekmeyle, onu dışarı atmakla meşguldü… 

“Doktorluktan, mektepten, talebesinden, derslerinden, Mehmet Efendi ile kurdukları şirketten ziyadesiyle memnun olan Mansur, Babıâli’deki memuriyetinden henüz bir lezzet alamamıştı. Lezzet yoktu, fakat birçok ızdıraplar, ye’isler baş göstermişti.

Mansur daireye giderken, memur olduğu kalem odasında, kalem efendilerinin hepsini birer “işe memur” addetmişti. Bunun için kendisi de vazifesinin neden ibaret olduğunu kalemin reisi bulunan sakallı mümeyyizden sormuştu.

Ayrıca bir vazifesi olmadığı, tercüme ve yazıdan bir iş çıkınca diğerleri arasında kendisine de verileceği cevabını almıştı. Akşama kadar bekledi. Kendisine bir iş göstermediler. Çoktan beri oraya devam edip kıdem kazanmış olanların da işsiz oturduklarını görüyordu.

Zihnini dehşet kapladı. Bu hallerde bulunan adamın fikren yükselmesine imkân olmadığını, aksine insanın bildiğinden ve öğrendiğinden de çok şeyler kaybedeceğini düşündü. Bu hâlin sebebini araştırmaya başladı. Kalemdeki çalışmanın her gün öyle geçtiğini, bu hâlin yalnız o güne mahsus olmadığını hayretle öğrendi. Tabiî olarak kalemin vazifesini, hâl ve mevkiini, kâtiplerin lüzumunu ve tayin sebeplerini tahkik etti. Gördü ki, kalemde mümeyyizden başka bir mütercim ile kayıt memuruna lüzum var, geri kalanı tamamen fazladır!”

(Mansur Bey, s. 95-96)

4. Saranghae, Vildan Serdar, Roman, Pruva Yayınları, Ankara 2021.

Saranghae’den,

“Bu akşam arkadaşlarım bizim eve baskın yaptı. Beyaz Yürek elinin kınası misafirperverliğini sonuna kadar sergilemekten yine geri durmadı. Türk mutfağında ün yapmış lezzetleri büyük bir zevkle sundu önümüze. Pizza yerine pide, tost yerine kebap, sufle yerine aşure bunlardan sadece bazılarıydı. Saatlerini mutfakta heba ederek sevgilileriyle (kitaplarıyla) randevusunu erteleyen Beyaz Yürek, kalbe giden yolun mideden geçtiğini iyi biliyordu ama benim arkadaşlarım için bu kadar yorulmasından rahatsız olmuyor da değildim. Çok küçük yardımlarım dokunsa da işin ağır kısmı hep onun omuzlarındaydı. Servis yapmak için mutfağa girdiğimde heyecandan elleri dolaşıyordu.

‘Babaanneciğim bu kadar çok zahmet biraz fazla değil mi?’ diyecek oldum. Ama o, bu işlemi çoktan bir ibadet şevkine dönüştürmüş, sevaplarını yazan sağ tarafındaki meleğini yormakla meşguldü:

‘Güzel Meva’m, cennet çiçeğim! Misafire ikram etmenin kaynağını hatırlatmama gerek var mı?’

Gülümsedim bütün kalbimle. İç geçirdim mutlu bir nefesle.”

(Saranghae, s. 126)

5. Kafkasya Mücahidi Şeyh Şamil’in Hâtıraları (M. Tahir El-Karâhî’nin Savaş Günlüğü), M. Tahir El-Karâhî (Hazırlayan: H. Ahmet Özdemir), Günlük, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2000.

Rus’a Gerek Yok, Münafık Çok

“Şeyh Şamil Çiruk’ta oturup yerleşince civar yerlerden ziyarete gelenler ve kendisine intisap ve inabe eyleyenler çoğalmaya başladı. Bu hal köyün münafıklarından 23 kişinin işine gelmediği cihetle ziyaretçilerin gelişine mâni olmak için köyün köprüsünü yıkmaya, ondan sonra da Şeyh’i aradan kaldırmaya karar verdiler.

Şamil bunu haber aldığı gibi kılıcını omuzladı ve sadık refiki Yunus’u yanına alıp mescidin kapısına gitti. Hiddet ü şiddetle seslenip Kadı’yı çağırdı. Kadı Efendi titreyerek dışarıya çıktı, çünkü nifak cemiyetine o da dahildi.

Şamil dedi:

– Birtakım sözler işitiyorum. Bunları söyleyenler ve teşebbüs etmek isteyenler kimlerse şimdi tutup hapsedeceksin. Yoksa elime geçirdiğimi bila teenni (duraksamaksızın) öldürürüm.

Kadı dedi:

– Mescide buyurun, muhakemelerine bakalım.

Şamil cevapladı:

– Onlar hapsolunmayınca vallahi mescide girmem.

Kadı Efendi zaruretten ötürü o münafıkları getirtip hapse attı. Ondan sonra Şeyh Şamil mescide girip dinin daima yüce olacağından, ona inkârcı ve münafıkların hiçbir zararı dokunamayacağından bahsederek şöyle dedi:

– Her kim gider de köprüye ayağından başka bir uzvuyla temas ederse kafası gövdesinden ayrılacaktır.

Bunun üzerine -uyanmaya başlamış olan- fitne kapandı.

(Kafkas Mücahidi Şeyh Şamil’in Hâtıraları, s. 58-59)

6. Korkuyu Beklerken, Oğuz Atay, Hikâye, İletişim Yayınları, İstanbul 1987.

Korkuyu Beklerken’den

“Cam parçalarını attım, yerine yenisini koyma cesaretini gösteremedim. Başıma gelenleri ilk gününden başlayarak yeniden düşündüm uzun süre. Kaç gün geçmişti? Aptallar gibi, bir kenara yazmamıştım gene. Geç kalmıştım. Burada paslanıp gidiyordum; hafızam paslanmaya başlamıştı bile. Yalnızlık, hafızayı zayıflatıyordu. Elbette! Kimseyle konuşmuyordum ki. Sonunda, bakkal çırağıyla konuştuklarımın dışında her şeyi unutacaktım. Konuşmalıydım, bağırmalıydım, öğrenmeliydim. Mektupla doktora yapmalıydım; mektupla doçent, mektupla profesör olmalıydım. Resim bilgimi, genel kültürümü mektupla ilerletmeliydim. Mektupla bir üniversiteye öğretim üyesi olmalıydım; belki bir süre sonra da mektupla üniversitede ders vermeye başlamalıydım. Her şeyden önce konuşmalıydım. Ayağa kalktım. Hemen başlamalıydım, bir şeyler söylemeliydim. Konuşmayı unutmak üzereydim. Kendimi anlatmalıydım. Kendimi göstermeliydim. Bir yerlere başvurmalıydım.

‘Ben!’ diye bağırdım bütün gücümle. Sonra adımı tekrarladım birkaç kere. Ben, burada gizli bir mezhebin kurbanı olarak bir saksı çiçeği gibi kuruyup gidiyorum. Ben, çiçeklere bakmasını bilmediğim gibi, kendime bakmasını da bilmiyorum. Ben, yalnızlığı istemekle suçlanıp yalnızlığa mahkûm edildim. Bu karara bütün gücümle muhalefet ediyorum. Ben yalnızlığa dayanamıyorum, ben insanların arasında olmak istiyorum.”

(Korkuyu Beklerken, hikâyeler, s. 74)

7. Kırk Ambar, Cemil Meriç, Deneme, Ötüken Neşriyat, İstanbul 1980.

Liberalizm’den,

“Hür Bir Tilki

Kapitalizmin gerekçesi yahut kibar bir tarifle nazarî temeli olan liberalizm, insanı bütün kutsiyetinden sıyırmış, iştihalarından başka kanun tanımayan bir yaratık haline getirmiştir, homo economicus, en az gayret ve emekle en çok kazanç sağlamaktan başka bir amaç gütmeyen akıl sahibi varlık… Bu dizginsiz canavar evvelâ kendi ülkesindeki insanlara çullanmış, sonra da kâinata kan kusturmuştur. Hobbes’un ‘insan insan için kurttur’ sözü, Allahsız bir medeniyetin biricik şiarı. Liberalizmin hürriyeti hür bir kümeste hür bir tilki hürriyeti. Bu kalpsiz ideolojinin insanlığa hazırladığı korkunç istikbal, nazariyecilerin şairane palavralarına rağmen sahneye çıkar çıkmaz sezilmişti.

Louis Blanc; ‘Yarış zevkini azgın bir iştiha haline getiren, kuvvetin her yolsuzluğuna alkış tutan, zengini kanma bilmez arzularla kıvrandıran, yoksulu ölüme terk eden rekabet, burjuvazide para hırsını, tefeciliği en kıyıcı ve en kaba materyalizmi geliştirecekti. Liberalizmin benimsediği iktisat doktrinlerinin özü; dağıtımı düşünmeden mal üstüne mal yığmaktı. Devlet sanayie karışmayacaktı. Kalbi yoktu bu doktrinlerin, güçlüyü koruyor, zayıfı tesadüflerin kaprisine bırakıyorlardı’ diye haykırır.

Siyasî liberalizm hâlâ sahnede ama onun da ne kadar yozlaştığı herkesçe bilinen bir hakikat.

Fikrî liberalizme gelince onun da biricik temsilcisi Avrupa değil Doğu, Hind ve bilhassa İslamiyet.

Zavallı Redhouse, on dokuzuncu asrın ikinci yarısında İngiliz kardeşlerinin Haçlı neferlerinden daha yobaz, daha dar kafalı, daha kindar bir mahlûk olduğunu utanarak üzülerek itiraf etmek zorundadır. Kısaca liberalizmin anatomisini değil, otopsisini yapmak daha doğru olurdu.”

(Kırk Ambar, s. 407-408) 

Çok Okunanlar