Bizimle İletişime Geçin

Kitap

Tadımlık Kitaplar – Şubat 2021

Çoğunluk büyüklerimiz veya memleket yönetenler veya zaptiyeler memleketini daha az seveni, daha çok sevene tercih edebilirler. Neden? Birincilerden zarar gelmez diye düşündükleri için… Çünkü ikinciler, hâlihazırda işleyen düzeni bozabilirler, o sevgileri uğruna. Bana göre ise ülkesini az sevenler memleket işgal edilecek olsa tınmazlar bile, o tıpkı sormayan, yanlışı sorgulamayan adam gibidir onlar.

EKLENDİ

:

1. ”Geçen Zaman-Nefes Almak Bütün Şiirleri, Ziya Osman Saba, Varlık Yayınları, İstanbul 1974. 

”Kim Bilir” den, s. 135

İlk yağmur damlası düştü

Kuru yapraklarına güzün.      

Ardında kış kıyamet

Dert, hüzün.

Alın yazısı hepsi… Kısmet…

Ha yazı ha kışı geceyle gündüzün,

Kim bilir kaç günü kaldı

Ömrümüzün?

2. ”Dede Korkut Hikâyeleri, Hazırlayan: Mehmet Dursun Erdem, Pruva Yayınları, Ankara 2019.

Kam Büre Bey Oğlu Bamsı Beyrek Hikâyesi’nden”, s. 82-83

“Güçlü Oğuz Beyleri atlandılar, Bayburt Hisarı’na tezce yetiştiler. Kâfirler de bunları karşıladılar. Güçlü Oğuz Beyleri arı sudan abdest aldılar. Ak alınlarını yere koydular, iki rekât namaz kıldılar. Adı güzel Muhammed’i andılar. Gümbür gümbür davullar dövüldü, bir kıyamet savaş oldu, meydan dolu baş oldu. Kazan Bey, Şökli Melik’i bağırtarak attan yere düşürdü. Kara Tekfur’u Deli Dündar kılıçladı, yere düşürdü. Kara Aslan Melik’i Kara Budak yere düşürdü. Derelerde kâfire kırgın girdi, yedi kâfir beyi kılıçtan geçti. (…)

Dedem Korkut geldi, kopuz çaldı, boy boyladı, soy soyladı. Gazi erenler başına ne geldiğini söyledi: Bu Oğuzname, Beyrek’in olsun, dedi. Hayır dua edeyim Han’ım: Kara dağların yıkılmasın.

Gölgelice yüksek ağacın kesilmesin.

Ak sakallı babanın yeri uçmak olsun.

Ak saçlı ananın yeri cennet olsun.

Oğulla kardeşten ayrımasın.

Son vakitte arı imandan ayırmasın.

Âmin, âmin diyenler Allah’ın cemâlini görsün.

Derlesin, toplasın,

Günahınızı adı güzel Muhammed Mustafa

Yüzü, suyuna bağışlasın!

Han’ım hey!”

3. ”Lacivert Taşı, Sevinç Çokum, Kapı Yayınları, İstanbul 2011.

rüya’dan,”s. 95

“Babamı kederlendiren ve ona içini çektiren şeyin ne olduğunu bilmezdim. Sonradan biraz daha aklı eren bir genç olduğumda babam, ‘Aman sağda solda bu meclisin adını ağzına alma sakın,’ demişti. ‘Hakkında ileri geri konuşma; bunların memurları her yeri sardı oğlum. Bakarsın sana bir fenalıkları dokunur.’

Böyle derdi. Bu sebeple susmanın yaşamak için yeterli olacağını öğretmiş gibi oldu bana. Bazen az yiyerek yaşayabiliriz, az uyuyarak veya az dinlenerek hatta az öğrenerek. Netice olarak yaşarız. Demek ki sormadan, karşı çıkmadan yaşamak da böyleymiş, hatta ötekilerden daha yarım, daha eksik yaşamak… Direnmeden, sormadan.

Çoğunluk büyüklerimiz veya memleket yönetenler veya zaptiyeler memleketini daha az seveni, daha çok sevene tercih edebilirler. Neden? Birincilerden zarar gelmez diye düşündükleri için… Çünkü ikinciler, hâlihazırda işleyen düzeni bozabilirler, o sevgileri uğruna. Bana göre ise ülkesini az sevenler memleket işgal edilecek olsa tınmazlar bile, o tıpkı sormayan, yanlışı sorgulamayan adam gibidir onlar.

4.”Babam Mehmet Âkif İstiklâl Harbi Hatıraları, Emin Âkif Ersoy, Hazırlayan: Yusuf Turan Günaydın, Kurtuba Kitap, İstanbul 2011.

Safahat Şairini Oğlundan Dinleyiniz’den, s. 80-81

“Kastamonu’da kalan validem Ankara’ya bizim yanımıza gelmek istiyor, bu hususta babama üst üste haber gönderiyordu. Her şeyden evvel onlara münasip bir ev bulmak icap ediyordu. Kendisinden daha önce bahsettiğim Kebapçı Hacı Kadri Ağa evinin müstakil bir bölüğünü babama terk etti. Bunun üzerine annem kardeşlerimle birlikte Kastamonu’dan Ankara’ya geldiler. Artık Ankara’da ailece yerleşmiş idik. Mehmet Âkif bu sıralarda İstiklâl Marşı’nı yaratmış, bu muvaffakiyeti 500 lira nakdî bir mükâfat ile taltif edilmişti. Babam o esnada 500 liraya gerçekten muhtaç bir adamdı. Fakir idi. Parası yoktu. Lâkin mâlum olduğu gibi gönlü çok boldu.”

5. ”Mir’âtü’l-Memâlik İnceleme-Metin-İndeks, Seydi Ali Reis, Hazırlayan Dr. Mehmet Kiremit, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1999.

Mir’âtü’l-Memâlik Giriş Bölümü’nden” (s. 69)

“Bismillâhirrahmânirrahîm, Hamd-i nâ-mahdûd ve senâ-yı gayr-ı ma’dûd, ol vâcibu’l-vücûd ve vâhibü’l-hayr ve’l-cudâ ki -Cümle-i mevcudu ketm-i ademden vücuda getürüp envâ-ı ni’âmına gark ve bahr-ı keremine müstağrak eyledi. Zihî kâdir-i ber-kemâl ve pâdişâh-ı zü’l-celâl (celle celâlühü ve amme nevâlühü)

Yaradup âlemi Hak virdi şeref

Cümleden âdemi kıldı eşref

Hakkı ey dil arayup seyyâh ol

Ma’rifet bahrine var mellâh ol

Ve tahiyyât-ı tayyibât ve teslimât-ı zakiyyât ol server kâinata ve mefhar-i mevcûdâta ki cemî-i mahluku ol hâlık-ı mutlak, anun şeref-i mahabbetine halk idüp anı şefîü’l-müznibîn ve rahmeten li’l-âlemîn kıldı. (Sallallahü aleyhi ve alâ âlihi ve sahbihi, ecmain ve sellem)

Eyledi nefs bizi gark-ı günâh

Kıl şefâat ide rahmet Allâh

Himmet it rûz-ı haşrde yarın

Yüzimüz ağ ola olmaya siyâh

6. ”Sevap Defteri, Ebubekir Eroğlu, Hece Yayınları, Ankara 2020.

Yunus Emre’nin Melekleri Rahattır’dan, ”s. 92

“Yunus artık önümde peleriniyle, hırkasıyla belirgin durumda. Şiirin estirdiği rüzgârın önünde görünüyor. Her rüzgârla akla gelebilir ama insanın önünde uçup gitmediği ve belirgin hâle geldiği bir rüzgâr vardır. Esmediğinde dahi şiirin verdiği ilham olarak bu rüzgârın varlığı hissedilir. Bir zamanlar ‘bekletme’ demiştim. Şimdi ise adım adım takip etmekten vazgeçmiş, onun hırkasından kopan rüzgâra karışacak az buçuk kokuyla yetinecek durumdayım. Kuvve-i şammemi hayırlı bir iş için kullanacaksam, gözlerimi kapatıp kendimi serbest hava akımındaki kokuya bırakabilirim.

Rüzgâra bir koku çalınsın hırkandan, ben izleyeyim. Fakat şiir? Şiirle ben bir süre gizli saklı kalıp birdenbire ortaya fırlar gibiyiz. Şiir rüzgâra karışmış, sıçrayıp bana geliyor; ben fırlayıp öne çıkıyor rüzgârın önünde göğsümü açıyorum. İçten gelenleri, biraz olsun gizli kapaklı tutamıyoruz. Sırlar karşılıklı olarak ortaya saçılıyor. Son anda, kurtuluş pahasına yakarır, ama haykırır gibi.

Bırakmam tutmuşum artık yakandan

Medet ey dervişim Yunus’um medet”

7. ”Geçmiş Zaman Aynası, Mustafa Miyasoğlu, Nakışlar Yayınevi, İstanbul 1976.

Pancur’dan,” s. 44

“Kısa bir sessizlik oldu. Ekrem başını eğmiş, söyleyecek bir şey bulamadığı için canı sıkılıyordu. Faruk kalktı, biraz dolaştı odada. Zavallı durumunda olmak istemiyordu, konuşmaya başladı:

– Hikâyeyi para için yazmak işin en utandırıcı yanıydı bence. Hiç yürümeyeceğim bir yolun fırsatçısı görünmek, ömrüm boyunca dert olacaktı bana. Belki de aptallık ettim ama paraya en çok ihtiyacım olduğu bir günde geri çevirdim teklifi…

Gülümsediler. Gözlerinin içinden ıpıl ıpıl bir şeyler geçiyordu. İki yıl önce, böyle bir durumda birbirlerini kucaklarlardı. Küçülmemenin mutluluğunu yaşıyorlar, aynı acıyı ve hazzı, aynı anda tadıyorlardı.”

Çok Okunanlar