Bizimle İletişime Geçin

Kitap

Sevgili’nin Yol Arkadaşı Hz. Ebûbekir

Sevgili’ye selam olsun. Asırlar öncesinden kardeşlerim, demişti bizlere Efendimiz (s.a.v.). Ve sevdiklerine binlerce selam…
Sözün sükûtu gerekti öyleyse. Ah, teslimiyet!
“Sonsuzluk yolculuğuna ancak böyle çıkılır.”

EKLENDİ

:

Efendimiz (s.a.v.) “Kişi sevdiği ile beraberdir.” buyurmuştur. Kişi, sevdiğinin hâli ile hemhâl… Bu beraberlik hem maddî hem manevî bir birliktelik elbette. Gönülden gönüle…  Muhabbetimizin en büyüğü âlemlerin Rabbi içindir. En çok Rabbimizi severiz. Sonra en Sevgili’yi, âlemlerin Efendisini, fahr-i kâinâtı…

Daha çocukluğumuzda en çok kimi seversin diye sorduklarında, Allah’ı derdik. “Şah damarımızdan bile yakın bize.” öyle öğretilmişti. Sonra Sevgililer Sevgilisi’ni. Sonra çaryâr-ı güzini. Ve devam eder silsile… Peki, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) en çok kimi severdi?

Biyografi türünün sınırlarını aşmış bir eser olan ‘Sevgili’nin Yol Arkadaşı Hz. Ebûbekir’i, yazı yazmanın sanatına, estetiğine üstâd olmuş kıymetli ağabeyimiz, hocamız, Ali Haydar Haksal’dan okumalı bir kez de. Tekrar tekrar okumalı belki de. Ruhun kanatlanmaya, çok sevmeye iştiyakı hiç bitmez, bitmemeli çünkü.

Ne yalancı, ne büyücü, ne meczup diyebilmişlerdi Efendimiz (s.a.v.)’e müşrikler. Allah, karanlıkları nuru ile aydınlatacaktı. Son peygamber gelecekti Arap Yarımadası’ndan. “Sevgili’ye yol, bir de yol arkadaşı gerekti. Sevgili’ye bir sâdık gerekliydi. Sevgili’ye kendisini ve her şeyini fedâ edecek bir aşk ehli gerekti.” Sıddık. Dost.

Sevgili peygamberimiz (s.a.v.)’den iki sene sonra dünyaya gelmişti Hz. Ebûbekir. Annesi, Ümmü’l-Hayr,  bebeğini dünyaya getirmeyi beklerken diğer hamileliklerinde olduğu gibi onu kaybedeceğini düşünüyordu ümitsizce. Kâbe’ye vardı ve orada doğacak bebeğinin Allah’ın elçisinin; dostu, arkadaşı, halifesi olacağı seslerini işitti. Babası Ebû Kuhâfe, Abdülkâ‘be koydu ismini önce. Kâbe’nin kulu. Sevgili’yle, soyda yedinci kuşakta birleşiyorlardı. Çok yakın arkadaş oldular. Önce Abdullah dedi Peygamber Efendimiz, Hz. Ebûbekir’e. Bağlılık ve arkadaşlığın sembolü olarak ömrü boyunca Ebûbekir Sıddîk olarak anıldı nihayetinde. Sevgili’ye en yakın isim oldu. Sevgili’nin Mi‘râc’ından sonra Hz. Ebûbekir’e gelip, “Senin arkadaşın bir gecede Kudüs’e ve göklere gidip geldiğini söylüyor” demişlerdi. Hiç tereddüt etmemişti Hz. Ebûbekir. “O, söylüyorsa doğrudur!” demişti. Dedikodular kesilmişti.

İki dost. “Birbirinde yok oldular, bir oldular. Aşk bu… Aşk bu… Aşk bu…” idi.

“Ebûbekir gökte güzeldir, yeryüzünde de güzeldir.”

Hz. Ebûbekir, Dost’una peygamberlik verilmeden önce bir rüya görüyor. Gökten bir dolunay inip onun kucağına konuyor. Râhip Yemlîhâ’yı bularak ona rüyasını yorumlatıyor. Râhip Yemlîhâ, son peygamberin geleceğini ve Hz. Ebûbekir’in de onun en büyük yardımcısı ve halifesi olacağını söyleyerek, bir mektup yazıyor muştulanan peygambere. Son peygambersin, âlemleri yaratan Rabbin elçisisin, sana erişir miyim bilmiyorum, bu mektubu Ebû Kuhâfe’nin oğlu Ebûbekir ile sana gönderiyorum, diyor. İlkler hep ona nasip oluyor hayatı boyunca. Efendimiz (s.a.v.)’e peygamberlik, ilk vahiy geldiğinde, Hz. Ebûbekir’i İslam’a davet ederek: “Şam’da gördüğün rüyayı hatırla. Yemlîhâ adlı râhibin yorumunu da. Sana verdiği mektubu, ona verdiğin on iki altını, vaad ettiğin yüz altını… Bunlar delil olarak sana yetmez mi?” buyuruyor. Hz. Ebûbekir, hür olarak İslâm ile şereflenen ilk erkek olma unvanına da sahip oluyor ve iki sırdaş birbirlerine sarılıyorlar hiç ayrılmamacasına.

İlk hatip olarak da öncülerdendir Hz. Ebûbekir. Vahye şahittir. İslâm ile şereflendikten sonra bütün varlığını bu yolda harcamıştır. Teslim olduğu ilk günden itibaren güneşin etrafında durmadan dönen dolunay gibidir. “Aşk ormanında âşıklar birbirlerinin yüzüne baktıkça aşk bulurlar. Allah’a olan aşk bir yücelik, arılık… Aşk şeytanın büyüsünü bozar.”

Ali Haydar Haksal’ın o etkileyici üslûbuyla bir kez daha bir “köle”ye hayran olacaksınız. Habeşistanlı Bilâl’e. Bilâl de Sevgili’ye âşıktı. Her türlü işkenceye katlanabiliyordu onun için. İslâm’la şereflenmişti. Efendimiz (s.a.v.) de Bilâl’i çok seviyordu ve Hz. Ebûbekir, iki seveni kavuşturmuştu. Âşığın halinden âşık anlar misâli. Bağlılık, kalple olurmuş ancak. Hz. Bilâl’i sahibinden yüklü bir miktara satın alıyordu ve Efendimiz (s.a.v.)’e bağışlıyordu. İslâm’a. Ümmete. İslâm’da zenginin fakire, siyahın beyaza ayrıcalığı yoktu. Ancak Bilâl’in yerinde olmayı istemek herhalde yine Sevgili’ye olan aşkın bir tezahürü olsa gerekti. Onların yerinde olmayı kim istemez ki?

Dostu iken yâr-ı garı oluyor Efendimiz (s.a.v.)’in Hz. Ebûbekir. Efendimiz, Mekke’yi çok seviyordu. Gözyaşı vadisi idi Bekke. Ancak Müslümanlara yapılan zulüm ve işkenceler artınca hicret gerekti Allah’ın emri ve izniyle. Bu zor yolculukta da başından sonuna kadar Sevgili’nin yanında olacaktı Hz. Ebûbekir. Muhakkak ki her zorlukla birlikte bir kolaylık vardı. Günlerce Sevgili ile baş başa olmak büyük lütuftu. Ve zamanı gelmişti. Hz. Ebûbekir, koyunlarını, çobanlarına emanet bırakmıştı. O gece Cengâver Hz. Ali, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in yerine yatmıştı ve iki yoldaş yola çıkmıştı.

“Üzülme, Allah bizimle beraberdir.”

Sevr’de, mağarada beraberdi o ikisi ve üçüncüleri Allah. Âyet iniyordu, gönüllere ferahlık. Ve en koruyucu da Allah’tı. Allah, o ikisini örümcek ağıyla, güvercinle korumuştu. Sevgili çok yorulmuştu yolda ve mağarada Hz. Ebûbekir’in dizinde uyuyup kalmıştı. Hiç kıpırdamamıştı yerinden Sıddîk. Rahatsız olmasından endişe etmişti ve yakalanmaktan korkmuştu. Rasûlullah’a zarar gelmesin. Tek derdi, endişesi O, idi. Mağaranın kapısına kadar gelen küffâr, mağaradan içeri girememişti. Her şey Allah’ın dilemesiyleydi. Razı oldu Sevgili, Dost’undan ve Âlemlerin Rabbi, razıydı ondan. Öyle buyurdu Rasûlullah: “Kardeşlerim! Servetinden ve arkadaşlığından en çok memnun kaldığım kişi Ebûbekir’dir. İnsanları davet ettiğimde ondan daha hayırlı kimseyi tanımadım.” Sıddîk’tı. Ömrü boyunca da sadâkatinden hiç ödün vermemişti.

Cümlelerine ay ışığı süzülüyor gibi Ali Haydar Haksal’ın. Samimiyet öyle bir nüfuz etmiş ki satırlara… Ki gönülden dile taşan Dost’un Dost’unun dostluğu… Muhabbet…

Hz. Ebûbekir, yeni yeni zamanlarda, başlangıçlarda da hep yanında oldu, o güzeller güzelinin. Medine yıllarında, önce misafir oldular Ensâr’a. Gerçi uzun da sürdü misafirlikleri ama sabırla beklediler. Vallâhi, seni benden çıkarmasalardı, ben senden çıkacak değildim diyen Rasûlullah, Mekke’de bırakmıştı her şeyini. “Allah, bizimle beraberdir.” diyen, Hz. Ebûbekir de. Ne müthiş bir teselliydi öyleyse. Allah, kullarına kâfi idi.

Medine’ye hicretin ardından şehir devleti kurulmuş, Suffa inşa edilmiş, Müslümanlar güçlenmişti. Peygamberimizin ve Hz. Ebûbekir’in aileleri gelmişti Medine’ye. Hiç ayrılmamıştı iki dost. Bedir’de Sevgili’ye müşriklerden birinin saldırması durumunda yanında kim olacak dendiğinde de yine o güzel Dost’u Hz. Ebûbekir vardı. Gözünden sakınırdı Efendimiz (s.a.v.) yol arkadaşını, dostunu.  Onu bir gün görmeden yapamazdı. Onsuz sofraya oturmak istemezdi. Bedir, Allah’ın vahiyle apaçık bir zafer olarak müjdelediği bir savaştı, ikramdı. Ebûbekir, ön safta olmak istiyordu. Sevgili, elini Hz. Ebûbekir’in omzuna koymuştu. Ey Sıddîk nefsini bizim için sakla, buyuruyordu. “Senin nefsinin sana göre bir değeri yoktur ama bizim için var. Sen seni bizim için koru. Sen harbe girme, gazada dışarı çıkma. Bizden ve sohbetimizden ayrılma.” Onun önüne kimsenin geçmesini de istemiyordu. “Sen Cenab-ı Hakk’ın ateşten azatlısısın.” buyurmuştu.

Yâr-ı garı iken kayın pederi de olmuştu Hz. Ebûbekir, Dost’unun. Hz. Ebûbekir’in kızı Hz. Âişe, kördüğüm gibi sevdiği oldu Efendimiz (s.a.v.)’in, yâreni, sevgili eşi. Müminlerin annelerinden. Hz. Âişe, Peygamberimiz vefat ederken, son anına kadar yanında olacaktı.

Merhamet, ulu bir çınardı ve Hz. Ebûbekir, Sevgili’ye benziyordu. Dost, Dost’a benzemez mi?

Sevgi, bağlılık gerektirirdi. O, Hak Teâlâ’dan vücudunu cehennemi kaplayacak kadar büyük yapmasını isteyecek bir yüreğe sahipti. Geride, evinde Allah ve Resûlünün sevgisinden başka bir şey bırakmayacak bir cömertliğe, yüceliğe sahipti. “Ebûbekir, aşk yoluna girmişti, dünya artık kendisinden çıkmış, kendisini aşk yoluna adamıştı.”

Sevgili’nin arzusuyla İslâm’ın ilk halifesi olmuştu Hz. Ebûbekir Sıddîk. Her canlı ölümü tadacaktı. Sevgili, Vedâ Haccı ve Hutbesi ile aslında aralarından ayrılacağını hissettiriyordu. Biliyorlardı ama onun ayrılığı her şeyden zordu. Müslümanları teskin etmek en zor gününde Hz. Ebûbekir’e düşmüştü. “Ebûbekir benim yerime imam olsun” buyuruyordu Allah Resûlü (s.a.v.). Zaman durmuştu. Kimse Sevgili’nin öldüğüne inanmak istemiyordu. Hz. Ömer de. Metanetli olan Hz. Ebûbekir oldu. Sevgili ölecekti. Allah ve din bâkî kalacaktı. Zümer Sûresi’nde öyle buyuruluyordu: “Gerçekte sen öleceksin, onlar da ölecek…” Ve Rahman Sûresi’nde: “Onun üzerindeki her şey geçicidir ancak, görkemli ve eli açık Rabbinin yüzü kalıcıdır.” İslâm ile kenetlenme vaktiydi. “Her kim Allah’ı kendisine ilâh olarak kabul ediyorsa, bilsin ki o asla ölmez. O, kalıcıdır. Her kim Muhammed’e tapıyorsa, onu tanrı kabul ediyorsa, bilsin ki onun tanrısı öldü. O, ölümlüdür.” diye İslâm’ın koruyucusu oluyordu.

Halife Hz. Ebûbekir, iki yıllık halifeliğinde yalancı peygamberlerle mücadele ederek, Kur’ân-ı Kerim’i toplatarak acısına, üzüntüsüne rağmen Müslümanları bir arada tutarak sa’y û gayret etmişti. Altmış üç yaşına gelince hilâfeti Hz. Ömer’e bırakarak Sevgili’sine kavuşmuştu. Vefat edince eşi Esma’nın onu yıkamasını vasiyet etmişti, yeni bir kefen de istemeden. Ama eşinin onu yıkamasından vazgeçilmişti. Hz. Ali yıkayıp kefenlemişti onu.  Dost, Dost’a ulaştırılmıştı, Hz. Âişe’nin de isteğiyle. Cennetin bütün kapıları açılmıştı Hz. Ebûbekir’e. Hayatta iken Dost’unun müjdesi idi bu.

Kronolojik bir hayat hikâyesi değil Sevgili’nin Yol Arkadaşı. Bize sevdiklerimizi ve sevdiklerimizin sevdiklerini anlatıyor. İslâm, güzel ahlâk dini ve bu kitapta Ali Haydar Haksal, bu güzel ahlâkın temsilcilerinin ilkini tüm içtenliğiyle satırlara aktarmış.

“Hz. Ebûbekir, gündelik hayatın içindeydi. Gün gelir çocuklarla çocuklaşır, gün gelir ağırbaşlı bir başkan olur, keskin ve acımasız kararlar verir kimsenin gözlerinin yaşına bile bakmaz. Gün gelir merhametinin önünde buz dağları erir. Gün gelir kendi dışında bambaşka biri oluverir. Mahallede evinden çıktığında bir ışık saçılır, herkes onun gelişini hayranlıkla izlerdi. Bir yanıyla tevâzu, bir yanıyla heybetli duruşu gözlerden kaçmıyordu. Kimi zaman mahallenin sıradan bir sakini, kimi zaman her şeye göz kulak olan büyük bir başkandı.”

Sevgili’ye selam olsun. Asırlar öncesinden kardeşlerim, demişti bizlere Efendimiz (s.a.v.). Ve sevdiklerine binlerce selam…

Sözün sükûtu gerekti öyleyse. Ah, teslimiyet!

“Sonsuzluk yolculuğuna ancak böyle çıkılır.”

 

Çok Okunanlar